insanlar yanınıza gelirler ve size sosyalist mi yoksa kapitalist mi olduğunuzu sorarlar. siz de "hiçbiri değilim" dersiniz ve onlar size inanmazlar. tamam da, insanlar neden tek seçeneğin bunlar ya da bunlara benzer "-izm'ler" olduğunu düşünüyorlar ki?
sizler de bilirsiniz ki bütün politik yapılar yazarlar tarafından oluşturulmuştur, ki bu yazarlar yaşadığımız gezegende sonsuz kaynaklar olduğunu varsayıyorlardı. gerçekten de dünyamız sınırsız kaynaklarla donatılmıştır. bu politik filozoflardan biri bile herhangi bir şeyde kıtlık olabileceği ile ilgili kafa patlatmamıştır. komünizm, sosyalizm, serbest piyasa ya da faşizm, bunlar sosyal evrimin bir parçasıdır. bir kültürden diğer bir kültüre dev bir adım atamazsınız. ara sistemler vardır. eskiden bu "-izm"ler yokken bir yaşam zeminimiz vardı. bu yaşam zemini bütün koşulları, yani nefesinizi almanız ve aldığınız nefesi, içtiğiniz suyu, elde ettiğiniz güvenliği, erişebildiğiniz eğitimi içerir. bütün bunlar paylaştığımız ve kullandığımız şeylerdir, ki kimse bunlar olmadan hiçbir kültürde yaşayamaz.
biz eskisi gibi yaşam sahasına geri dönmeliyiz. bu bahsettiğim yaşam alanında herhangi bir "-izm" yoktur. günümüzdeki -izm'ler artık "yaşam değer analizi"nden ibarettir. şöyle tarihsel bir gerçek vardır; herhangi bir toplumdaki baskın entelektüel kültür, o toplumdaki baskın sınıfın menfaatlerini yansıtır. köleliğin olduğu bir toplumda insana ve insan haklarına yönelik inançlar doğal olarak köle sahiplerinin ihtiyaçlarını yansıtacaktır. yine benzer şekilde bazı bireylerin başka bireylerin hayatlarından ve emeklerinden elde ettiği menfaate ve onları kontrol etme gücüne dayanan bir toplum yapısında da baskın entelektüel kültür baskın grubun ihtiyaçlarını yansıtacaktır.
şimdi olaya daha geniş çaplı bakarsak, psikolojiye, sosyolojiye, tarihe, siyasal ekonomiye ve siyaset bilimine sinmiş olan temel fikirler aslında seçkin bir kesimin menfaatlerini yansıtmaktadır ve bunu gereğinden fazla sorgulayan akademisyenler kenara itilmeye çalışılmış veya bir çeşit radikal kişiler olarak görülüp dışlanmışlardır. bir kültürün hakim değerleri o kültür tarafından ödüllendirileni destekleme ve sürdürme eğilimindedir. başarı ve statünün sosyal katkılarla değil maddi zenginlikle ölçüldüğü bir toplumda da dünyamızın bugün neden bu halde olduğunu anlamak çok kolaydır.
şu anda, öncelikli olmaları gereken kişisel ve toplumsal huzurun, "suni zenginlik ve sınırsız büyüme" gibi zararlı kavramlar karşısında ikinci plana atıldığı -tamamen tabiata aykırı- bir değerlendirme sistemi bozukluğuyla karşı karşıyayız. şimdi, bu bozukluk bir virüs gibi; hükümetlerin, basının, eğlence dünyasının ve eğitim sisteminin her hücresine işlemektedir. kendi bünyesinde onlara karşı gelecek her şeye karşı koruma mekanizmaları oluşturulmuştur. paraya dayalı ekonomi inancının müritleri ve statüko'nun gönüllü muhafızları inançlarıyla çelişebilecek her türlü düşünce formundan kaçınmak için sürekli uğraşırlar. bunların en yaygınları: tasarlanmış ikili dengeler'dir. faşist değilsen komünistsin, cumhuriyetçi değilsen kesin demokratsın. eğer toplumun büyük ilerleme kaydedeceğine inanıyor ve herkesi düşünüyorsanız o zaman size "ütopyacı" derler. ama bütün bunların en sinsice olanı; eğer serbest piyasa ekonomisi taraftarı değilseniz özgürlüğün kendisine karşısınız demektir. bir politikacının ağzından özgürlük kelimesini her duyduğunuzda söylendiği her yerde ya da "devlet karşıtları" lafının söylendiği her yerde bunun deşifresi şudur: gizli para sahiplerinin parayı daha da çok paraya çevirmesinin engellenmesidir.