öykülerde tanıdık-bildik mekanların kullanımı çoğu yazarın uyguladığı bir kurgulama biçimidir. sait faik, refik halit karay gibi hikayeciler, kemal tahir, yaşar kemal ve orhan pamuk gibi romancılar bunu sıkça yaparlar. yeri-yurdu bilinmeyen, hayal ürünü bir mekan kullanımındansa akıllarda ismen yer etmiş dahi olsa bilinen mekanların kullanımı okuyucuya daha bir yakınlık hissi verir.
"...üsküdar cumhuriyet ilkokulu hemen ayazma cami yanında, tarihi yüzyıldan daha eski ve her eski okul binası gibi kirli sarı renkte üç katlı bir binadır. tipik bir mahalle okulu gibi görünse de eğitim kalitesi yüzünden paşakapısı'ndan* çiçekci'ye* hatta toptaşı'ndan* bile öğrencilerin geldiği belki istanbul'un* değil ama üsküdar'ın* meşhur ve başarılı okullarından da biridir..."
üstelik, bu yer ve mekan isimleri, bir öykünün satırlarında ve eski hallerinin tariflendiği biçimde geçerse, geleceğe miras olarak kalmaları anlamında belgesel bir nitelik de taşırlar.
belli mi olur! iki-üç nesil sonra birileri çıkar; üsküdar ile ilgili bir belgesel hazırlarken internette efervesantadem'in bu öyküsüne rastlar ve onu kaynak göstererek şu alıntıyı yapar;
"...şimdiki üsküdar harem sahil yolu o zamanlar deniz kıyısında plajların, küçük beton ve ahşap iskelelerin, sakin balıkçı sığınaklarının ve denize doğru uzanan çimenlik ve çam ağaçlı alanların bolca olduğu ve yaz akşamlarında ayazma, salacak, çiçekci halkı'nın* çoluk çocuk aktığı mesire alanıydı..."
yazar bir adım daha ileri giderek, okulunun ve pikniğe birlikte gittikleri ablasının sınıf arkadaşlarıyla çekilen resmini de koymuş. okuyucunun gözünde öykü, bu andan itibaren bir anı-öykü olarak canlanacak ve olacak her şeyin gerçek olduğuna ilişkin kanaati onu öyküye daha bir sıkı bağlayacaktır.
bu konuya çok da fazla girmek istemiyorum ama yazarın dikkat çekici düzeydeki noktalama eksiklerine daha bir özen göstermesi gerektiğini düşünüyorum zira, noktalama işaretleri, yerli-yerinde ve eksiksiz kullanıldığı takdirde okuyucunun işini çok kolaylaştırdığı ve esere kayda değer ölçüde akıcılık kazandırdığı bilinmektedir.
'72 olaylarını ilkokul '80 darbesini üniversite yıllarında yaşamış biri olarak söyleyebilirim ki; evet! acı günlerdi o günler, hem de çok acı günler.
belki de anne-babamızdan sonraki en değerli varlıklar olarak gördüğümüz, çocuk aklımızla onlar gibi olmaya çalıştığımız, mesleklerini meslek edinmeyi düşlediğimiz ve bir anlamda idollerimiz olan öğretmenlerimizin, gözlerimizin önünde hırpalanması, dipçiklenip-tekmelenmesi, yerlerde süreklenmesi, işkenceler görmesi, eşleri bir yere-kendileri ayrı bir yere sürgüne gönderilmesi, bir çoğumuzun yaşama bakışını ve geleceğe yönelik düşüncelerini büyük ölçüde değiştirmiştir.
nedendir sanki, demokrasi türküleri söylememizin gerçek nedeni? sağcısı ya da solcusu için hiç fark etmez; insanca olduğu içindir. bizlerin yaşadıkları o derin acıları, genç nesiller de yaşamasınlar diyedir. pembe düşler kurması beklenen küçücük zihinleri, öğretmenlerinin kanlı görüntüleriyle kirlenmesin diyedir.
efervesantadem'in şu olay tasvirleri bana çok gerçekçi geldi ve hoşuma gitti;
"... kolunu hatice öğretmenin boynuna dolayıp ayağıyla çelme takarak kendisinin yarı ağırlığında olan kadını yere düşürdü. hepsi kızgın yüzlüydü ama bir tanesi olayı sırıtarak izliyordu. yüz üstü yere kapaklandıktan sonra küfürler ederek başının üstünden siyah postalı ile sert bir tekme attı. haticemin yüzü yerde sekti ve başı kalkarken onlarca* kan burnundan ve ağzından yere sanki sürahiden boşalırcasına aktı, kırık gözlüğü de bu kan gölünde gövdesi daha önce batmış ama direkleri halen sağlam bir şekilde suyun üstünde duran bir yelkenli tekne gibi öylece kalakalmıştı..."
yazarın samimi üslubunu seviyorum ancak, yazım kurallarına biraz daha dikkat ederek öykülerini, okuyucuyu daha etkileyici hale getirmesinin de mümkün olduğunu düşünüyorum.