emre gökçe

entry46 galeri
    15.
  1. ölür teşhisi

    Kan sızıyor hâlâ, eski ve kullanılmayan bir yaradan…

    Bir şarkı ağrıtıyor kalbi,
    Birkaç tuhaf harf makamından…
    Gittiğin yeri anlatan,
    Sadece yalnızken çalan…

    Kalp bu kışları yalnız ağırlamaktan yorulan…

    Hiçbir yanımıza benzer kalmamış hiçbir şeyimiz…
    Aşk,
    Bir an.
    Bir anı.
    Bir iz…

    Uzun ve derin bir gece yarısında,
    Gülebilmek zor böyle, her yaşayan diri biri gibi…
    Cehennemi odalarda barındıran günlerde, korumak sensizliğimi…
    Akılda kalan her ne varsa,
    Sahip çıkmak yeniden…

    Uzak kalmak,
    Uzak uyanmak kahır;
    Ölesiye el ve uzak teninden…

    Sadece seni hatırlaması, her şarkının…
    Sadece bende olmayanı çağırması…
    El vardığında,
    Parmakların ürkmesi, canın yanması telefon tuşlarında…

    Vazgeçememek hâlâ,
    izlemekten gelmeyişini ve düşünmekten gözlerini…

    Aşk,
    Beklemekten, vazgeçmeme eylemi…

    Her derin gece yarısında,
    ‘‘Geçmeli!’’ yi düşünerek,
    ‘‘Geçecek!’’ ten geçmek…

    ‘‘Geçsin!’’ le geçen, sancı saydıran o geçersiz gerçek,
    Hiçbir şeyi geçirmeyecek biliyorum…

    Susarak, unutmaya çalışmak zor…
    Zorluyor beni,
    Zamanın durmaması ve kesmemesi içimdeki yuvalı ağrıların şiddetini…

    Sonrası, telaş.
    Hâlâ, telaş.

    Her derin gece,
    Gemileri, bir bir yakmak…
    Girdaplara kapılması aşkın…

    Sesimin çıkmaması,
    Çıkılamaması sessizliğinden her türlü yanlışın…

    Aşk, hâlâ sevebilmek seni…
    Sonra hâlâ, düşünebilmek sevebilmeyi…

    Sonu, hazin olması tüm geçirdiğimiz vakitlerin.
    Denizimin yarasına basman, kin dolu tuzunu denizinin…

    Olur ya ansızın,
    Seni hatırlamak gün ortasında…
    Bazen bir akşamüstü sonrasında,
    Bir derin gece yarısında,
    Hiç aklımda yokken, hiçbir şeyin…

    Aşk,
    Hastalık gibi her gün daha çok azması, dilimdeki isminin…

    Kendime iyi bakamayışımın gerekçesi,
    Yüreğimden kalkmayan sisin ve izi sensizliğin…

    Sancılı ve derin bir gece yarısında,
    Bulmak çekmecelerde her şeyi parça parça…
    Bir yakınlığın olabilmesi ihtimali hâlâ aramızda, paramparça…
    Vedalar savurduğun anları kabullenmek yine, sözlerinin her gelişinde aklıma…

    Yakın sayarak sonra,
    El çekenin, elini tutar gibi hâlâ…
    Karar vererek sonra ayrı durmaya…
    Yol demek ve yürümek, ayağımızın tozuyla toy bir yabancılığa…

    Şubatta…

    Dağılmak, damla damla…
    Toz toza, savrulmak hatta…
    Kol kola yürünen yollara, dökülmek tutam tutam…
    Senin, seninle gitmiş olman,
    Benim farkımın olmaması, hâlâ yarımdan…

    Dağılmak öyle,
    Bir yerden, her yere…
    Her yerden, herkese…
    Belki her şeye böyle…

    Ayrılık,
    Gidenin, her şeyin üzerine yemin ederek, gitmesi…
    Kalanın, gidenin ardından sessizce kabrine sinmesi…

    Âşığın:
    ‘‘Yerden kalkıp kanı sildiğim gün,
    Zaman koymalıydım bu yaraların adını.
    Geçerdi belki…’’diyebilmesi, kendine…
    Kimseye öldüğünü söyleyememesi, söylenemeyen onca şeyle birlikte…

    Konuşuyor musun şimdi seninle doyasıya?

    Bir derin gece yarısında,
    Hiçbir şeye ya da uzaklara daldığın anlara,
    Gözlerimin önünde basmana yeryüzüne,
    Gökyüzüne bakmana, çok oldu bakmayalı yanında…

    Yanında olduğumu hatırlatmanı, çok oldu duymayalı…
    Çok oldu, el ele geçmeyeli bir kaldırımdan diğer bir kaldırıma.
    Birlikte doymayalı,
    Çok oldu durmayalı, yan yana.

    Hatırlarsın sende aslında:
    Eylül ay’ı
    Gece yarısı, o yağmurlu pazarı…
    ‘‘Uzak’’ demiştik,
    Sadece bir karış mesafe kaplıyordu aramızı…

    Düşünmüyorduk:
    Kentlerden, kilometrelerden, dertlerden sıralı mesafelerle, bir karış öte arasındaki kıyası…

    Buraları ve beni, unuttun belki de…
    Hiç karşılaşmadım, unutulmaya yüz tutmuş yüzünle.
    Ama sürüyorsun,
    Yüreğimin saklı odasına saplı kalan,
    Öl öl bitmeyen bir yaşam.

    Ölüp ölüp yeniden delirmenin,
    Delirdikçe düşünmenin pahası, acı.
    Hatırlamak buna rağmen seninle olan güzel anları…

    Severken yâr,
    Sevişirken ar bilmek seni…
    Şairken,
    Dokunmak sana, dokunur gibi bir kâğıda…

    Geceyken, seninle her şeyken…

    Geceleyin çıldıran sahipsizliği, her gece yarısının…
    Uyku kaçıran sesi ve uyutmayışı sessizliğin…
    Bir hazin gece yarısında,
    Sefilken,
    Şiirken,
    Zamanla geçmiyorken hiçbir şey,
    Her şey acıtıyorken yeniden.

    Sensizliğin yazgısında, kimsesizliğin kuması olmak…
    Bazen, sensizliğin suçunu üzerine alman;

    Bir cinayetin şahidi,
    Aynı cinayetin azmettireni olman,
    Sevebilmeyi beceren bir katili oynaman…

    Hâlâ, şubat sabahlarında ölüme rastlamak,
    Yalnızlıkla takas edilen bir kimliğin sahibi olmak, yıllar sonra da kanatır kullanılmayan bir yarayı…

    Günaydırmayan tarihleri çentiklemesi zamanın.
    Avuç içlerime yokluğunu zerk etmesi, dişlerini batıra batıra bir yılanın…

    Vaktin geçmesi…
    Sonra yeniden seninle karşılaşmak geceleri…

    Hayalinin rüyalarıma gelip koyduğu,
    ‘‘Ölür!’’ teşhisi,
    Hâlâ sonuç vermedi.

    Korkuyorum, birbirimizin mezarlığı olmaktan…
    Aydınlanmayan karanlıktan,
    Bu tufanın geçmeyecek olduğuna inanmaktan,
    Korkuyorum…

    Sen, kalbimi kıran…
    Aşk, kalbimi ağrıtan…
    Kan sızıyor hâlâ, eski ve kullanılmayan bir yaradan…

    Artık gücüme de gidiyor inan,
    Seni hâlâ sevebilmek, fotoğraflarından…
    0 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük