bakmayın öyle keskinleşen bakışlarınızla dik dik yazdıklarıma! yalan mı? lise edebiyat derslerinde, öğretmenlerimiz halk edebiyatı ile onu çarpıştırıp 'sanat sanat için midir yoksa, toplum için mi?' beylik konusu ile bir galip ilan etmek uğruna tartışmalar açmaz mıydı? üzülmez miydik, " halk edebiyatını savunacakların kontenjanı doldu, kalanlar divan edebiyatı'nın savunucusu olacaklar" dediğinde?
boykotlarda sol yumruklarımızı havaya kaldırıp hep bir ağızdan bağırmaz mıydık? "eğitim üretim içindir, sanat toplumu evirmek için" diye. yanlış mıydı bu söylemler? hayır! doğruydular ve halen de öyleler zira, evrensel söylemler kalıcıdırlar.
lakin,
devlet politikasına kurban ettik, ihmal ettik bu altın çocuğu. oysa, o da bizim evladımız değil miydi? bir fuzuli, bir baki, bir nefi, pir sultan abdal gibi yunus emre gibi bize ait, bizlerden birer parça değil miydi?
deli yunus'u tanır-bilir, kalbi feryatlarını soluksuz okurken, dehhani'yi kaçımız tanırız, kaç eserini okumuşluğumuz vardır? o'nun yüreğindeki aşkı dile getirişi, yunus'dan daha mı dokunaksızdır sanki?
"Aceb bu derdümün dermânı yok mı
Ya bu sabr itmegün oranı yok mı
Yanaram mûmlayın başdan ayağa
Nedür bu yanmağun pâyânı* yok mı
Güler düşmen benüm ağladığıma
Aceb şol kâfirün îmânı yok mı
Delübdür ciğerümi gamzen okı
Ara yürekde gör peykânı* yok mı"
dehhani/'mefailün mefailün faulün'
avea11'e kalbi teşekkürlerimi iletmek istiyorum. bir ayıbımızı yüzümüze vurduğu ve hikayesinde; eskilerde kalmış, unutulmaya yüz tutmuş divan edebiyatına yer verdiği ve bizlere o ummanı yeniden anımsattığı için.
şöyle diyor hikayemizdeki edebiyat öğretmeni;
"...bu aşka anlam verenler bu şiire ilgi duyarken bunun saçmalık olduğunu söyleyenler bu şiiri sevmiyorlar. bahaneler değişiyor, kimi zaman kullanılan eski kelimeler, kimi zaman ideolojiler ve benzeri..."
ne kadar doğru bir tespit. kolaycılığımızdan mı? diye düşünmekteyim biraz da. yani, istiyoruz ki yapıyla hiç uğraşmayalım ya da kelimelerin ifade ettiği anlamları çözmekle, her şey hazır pişirilmiş gelsin önümüze ve bizler, 'hazır lopçular' gibi kaşığı alıp girişelim; hiç bir çaba sarf etmeden sadece tüketelim, tüketelim. dağı-taşı, kurdu-kuşu tüketelim! sistemin istediği de bu değil mi zaten; bizler tüketelim ki üreten çok daha fazla üretsin!
yazarın şu sözlerindeki hislerine tercüman olacağım affına sığınarak;
"...aslında diyecek çok şey var ama tesiri olmaması çok acı."
ezberlerimiz bozuluyor yeminle! üretim yaşamak için değil miydi? bizler onun devamı için üretmeyecek miydik? o vakit nasıl oldu bu evrilme ve bizler üretmek için tüketmeye ne vakit başladık?
ve saygılar,
ve sevgiler,
ve aşklar...
bir an önce, çabuk-çabuk, tüketelim. varsın olsun! tam da doyamadan, tadına varamadan tüketelim.
- ah! kapitalizm; gözün kör olsun, boyun-posun devrilsin senin! daha da bir şey demeyeceğim.
şiir kullanılarak yapılan ilan-ı aşk. şimdilerde pek de sık kullanılmıyor doğrusu. oysa, bir zamanların etkin bir yoluymuş. kalamış koyunda gezintiye çıkan hanımefendiler en alımlı halleriyle salına-salına yürür ve boğazı temaşa ederlerken sıkça mendil düşürürler, kibar beyefendilerin o mendillere yazdıkları ve çevresine aşk baloncukları saçan şiirler, sonraki hafta mendil sahiplerine bir biçimde ulaştırılırmış.
şimdilerde parayı bastırıp sevdiğimiz kızın semtindeki billboard'lara ilan yapıştırtıyoruz,
" nurgül seni çok seviyorum, benimle evlenir misin? 'cem' "
diye. bu da güzel ama parası olanlar için elbet!
öykü içinde, erkeğin ilan-ı aşkına kızın verdiği yanıtı ben pek gerçekçi bulamadım niye yalan söyleyeyim. yani, bir erkek çıkıp da kıza diyecek ki;
"...evet şebnem üzgünüm, kendim olamadığım için, senleştiğim için, seni hayal kırıklığına uğrattığım için üzgünüm. ama başka bir seçeneğim yoktu şebnem, sen her yerde idin. en azından benim görebileceğim her yerde. senin olduğun yerde başka birine bakma ihtimalim de olmayacağına göre tek kabahatli ben olmamalıyım."
buna karşılık kız da dönüp ona;
"...sen var ya, hayatımda gördüğüm en aşağılık adamsın, gidiyorum, hayatımın hiçbir noktasında karşıma çıkma."
diyecek. başka bir erkeğe aşık olsa dahi ki öyle de görünüyor, ben bir kızın, kendisi hakkında bu denli temiz hisler besleyen bir erkeği bu şekilde tersleyebileceğini pek düşünmüyorum doğrusu. ha! yazar diyebilir ki "kahraman da benim öykü de; ben böyle uygun gördüm." haklıdır! ama o delikanlıya yazık değil mi şimdi! günlerce kahretmez mi? yemeden-içmeden kesilmez mi? anacığını-babacığını üzmez mi?
okuyucu, bunların hepsini düşünür. öyle ki, öykü biter, okuyucunun aklı halen o zavallı delikanlının şimdi ne yapıyor olduğunda. o öykü kahramanı kız, ağzı ile kuş tutsa, bundan böyle hiç bir erkek annesinin gönlünü kazanamaz. kelimenin tam anlamıyla, bitirmiştir kendisini!
aslına bakarsanız, bu işin güzel tarafı da bu değil midir zaten? okuyucuyu alıp başka bir zamana ve mekana götürmek, sahnelenen bir oyunun kimi zaman seyircisi, kimi zaman da oyuncusu haline getirmek ve o anı yaşamasını sağlamak.
avea11; nasıl da doluymuşum ki sayfalar dolusu yazmışım böyle. ellerine sağlık. eleştiriden çok sohpet kıvamında oldu bu yazı. neyse, bu kez de böyle olsun bakalım!