fahişe gecenin çamur sıvası

entry1 galeri
    1.
  1. Derin bakışlarındaki sabah mahmurluğu odaya bakışını gölgeliyordu, burası her gece, kendinden arındığı tek yer, kapı tokmağında günahlarını tersine çevirdiği, havasında temizliği soluduğu, kendi olduğu alandı...

    Aslında yatak odaları hiç de temiz değildi onun için. Bazen kötü bir odada, fareler cirit atarken, bazen bir çocuk parkının yanında masum sesleri dinlerken, bazen çamurlu yollarda, iğrenç fantezileri daktilo ile yazılmış, silinmeyen belgeler haline getiren beynini zorlarken sevişmişti...

    işiydi bu onun. Söylemesi gurur verici olmasa da, en mahrem duyguları bilir, istemeye istemeye de olsa, eksikliklerini giderirdi insanların. Suçlamıyordu da artık kendini...Suçlayamazdı ki. Olanların hepsini biliyordu. Dün gibi hatırında tutuyordu, ancak acı dediği his onu terkedeli yıllar olmuştu. Şimdinin Ece' si, geçmişin Hülya' sıydı.

    *

    Bugün hava çok güzeldi, deniz kenarında ince adımlarla, genç kızlığına adım atmış, dört sınıf arkadaşı, dört masum varlık sohbet ediyor, gülüyor, anlamsız cümlelerde, anlamlı kahkahalar atıyorlardı. Okuldan çıkmış, ellerindeki dondurmaları, keyifle yutarken, bir yandan da eve geç kalmamak için acele ediyorlardı.

    Her birinin kendilerini merak eden aileleri vardı. Bir tanesi hariç;
    Hülya;
    Kahve, kumral karışımı saçları, güneş dokunduğunda yeşile dönen gözleri, gülümsediğinde, yanağında oluşan gamzeleri ile, onca sevimliliğine rağmen, abisi tarafından itilen kakılan o kız.

    Çok korkardı abisinden, akşam ekmek almaya çıkamaz, arkadaşları gibi doğum günü toplantılarına katılamaz, abisinin vurduğu zamanlarda, sığındığı annesine ağlardı. Bugün de acele ediyordu, biliyordu ki yediği dondurmanın ağzında kayan tadı, bir dakika geç kaldığı için zehire dönüşebilirdi.

    *

    Boğazı zehir gibiydi, sanki gece boyunca içtiği sigaranın katranı, yığın olmuştu soluk borusunda. Yutkunmaya çalışsa da yutkunamadı. Bazen oluyordu işte böyle. Biliyordu, kendini ne zaman o anı düşünürken bulsa, nefes almayı unutuyordu. Kahvaltı etmeliydi, yataktan usulca çıktı, parmaklarının ucuna basa basa, bir hatırayı uyandırma korkusuyla ilerledi mutfağa. Bir şeyler koydu masaya, ekmek almalıydı, ekmek almayı unutmuştu yine. Ne tuhaftı hayat!

    *

    Hayatı boyunca abisi huzur vermemişti Hülya'ya. O içki kokan ağzı ile;
    -Evin ekmeğini ben getiriyorum, herkes sözümü dinleyecek. Okula gitmeyeceksin!
    Diye bağırmıştı sesinin son haddiyle. Hülya duvarın köşesine bir böcek gibi sinmiş, dolu dolu gözlerle izliyordu onu. Odanın ortasında haykıran adam, siyah saçları, kapkara gözlerinin içine girdiğinde, onu daha da canileştiren sararmış dişleri ile iğrendiriyordu Hülya' yı. Abiler hep böyleydi galiba. Çok para kazanıp, hiç vermezler, sonra da bağırıp çağırırlardı evin içinde...

    içi yandı Hülya' nın, okula gitmemek. Arkadaşları ile gülemeyecek, dondurmanın tadını unutacak, öğretmeni aferin desin diye ders çalışamayacaktı. Peki ne yapacaktı? Sorunun aklına gelmesi ile, cevabı alması aynı anda oldu;
    -Anneme yardım edeceksin, temizlik yap da kendi ekmeğini çıkar. Bıktım be seni doyurmaktan!

    Hülya' nın gözlerine tüneyen gözyaşları, bir isyan başlatmışçasına akmaya başladı. kendisine değil, annesine ağlıyordu oysa. Her okşadığında onu 'Doktor kızım' diye seven annesi, artık ne diyecekti ona? 'Temizlikçi kızım mı?'

    *
    -Öff! Evi temizlemeliyim. Şu pisliğe bak.
    Diye geçirdi içinden. Oysa ev tertemizdi. Aslında pislik bedeninde yuvalanmıştı, bunu biliyor ancak kendine itiraf edemiyordu. Üstüne sinen parfüm kokusunu bile sevmezdi bu evin içinde. Burası temiz, tertemiz olmalıydı. Banyoya doğru ilerledi, bembeyaz fayanslardan yüzünün aksini gördü, bitkin görünüyordu sanki..
    aman ne önemi vardı? Mühim olan eviydi. Temizlemeliydi. Yavaşça eğildi, kovaya su doldurdu ve bezi eline aldı...

    *
    Eline büyük gelen bez, parmaklarını acıtmaya başlamıştı. Her silişinde de çarpım tablosunu geçiriyordu kafasından, abisi kızsa da, öldürse de unutmayacaktı okulda öğrendiklerini.Onun gibi acımasız, hain olmayacaktı.Unuttuğu ellerindeki bezi sıktığını fark etti son anda. Derin bir nefes aldı, kafasını hafifçe kaldırdığında annesini gördü karşısında;
    -Kızım markete git, çamaşır suyu bitti. Al da gel hadi benim bal kızım.
    Annesine baktı, gözlerindeki nefret, koltuğunu sevgiye bıraktığında, yüzüne bir gülümseme yayıldı. Annesiydi o, güneşin kıskandığı, gecenin en karanlık yerinde, tüm içini ısıtan annesi.
    -Tamam anne.
    Hemen toparlandı, annesinin elinden parayı kaptı, en tatlı bakışı eşlik etti, annesini öperken. Hızlandı adımları, kahverengi kapıyı açtı, kendine büyük gelen, yanı yırtık terliğini giydi. Kapıyı çekmeden bir kez daha bakmak istedi annesine nedense... Bakamadı. Ne de olsa gelince doya doya bakardı.

    *

    Evet tertemiz olmuştu şimdi ev, pırıl pırıl parlıyordu. işte onun evi bu kadar temiz olmalıydı. Ece, kraliçe demekti ve kraliçeler böyle harika evlere layıktı. Gözleri kocaman oldu, yere kırmızı bir şey dökülmüştü. Onu nasıl da unutmuştu silmeyi, kan gibiydi, yayılmıştı zemine, bulutların beyazı olsun diye inat edip, zorla bulduğu fayansların üzerinde, nereden geldiği belli olmayan kan...

    *

    Kan sızıyordu bacaklarının arasından, çok da acıyordu. Gözlerini kandan başka yerlere çevirmek için direndi, etrafına bakındı. Burası da nereydi böyle? Leş gibi de kokuyordu. Burnuna dolan koku, başındaki tuhaf dönme, ve bacaklarının arasındaki acı... Ne olmuştu ? Hafızası çok zorlansa da olanları hatırlamaya çalıştı,.Sert bakışlar, büyük eller, yüzüne inen tokatlar... Ve o yüz, abisinin yanında sürekli gördüğü adam değil miydi O? Sonra bir boşluk. Koskoca bir boşluk...
    Ve şimdi bu odada, bu yatağın üzerindeydi. Doğrulmaya çalıştı, ellerine kan bulaşmıştı. Her yanı acıyor, çığlık atmak istiyordu. Beceremedi, kilitlenmişti dili sanki. Kapı açıldı ve biraz önce, kara bulutlar arasında yüzünü zor seçebildiği adam karşısındaydı.
    -Abin seni bana sattı, çok da para ettin ha! Bundan sonra ben ne dersem onu yapacaksın!
    Dedi ve arkasını dönüp gitti. Kalakaldı öylece, suskun, sessiz, denizin ortasında yolunu bulmaya çalışan yelkensiz, kaptansız bir gemi gibi.
    Başını eğdi, ve kan damlıyordu hala.

    *

    Hala silmeye çalışıyordu yerdeki lekeyi. Derin bir çukur açmak istercesine bastırdı tüm gücüyle. Silmek istediği vişne suyu lekesi anılarındaki kana dönüştüğünde, silse de o lekeyi çıkarmak için çok geçti. Çünkü Ece' yi, Hülya' yı iki parçaya ayıran, Eceleri, Hülyaları iki ayrı insan yapan o kan değil, o lekeydi.

    Şimdi soruyordu kendine;

    Peki bu lekeyi ben yapmadıysam?
    0 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük