benim kadar sık rüya gören bir rüya makinesinin yapmaması şaşırtıcı olurdu. ama bu durumun böyle önemli etki ve yan etkileri olduğunu bilmeden tesadüfi şekilde yapıyormuşum.
rüya içinde rüyaya uyanmak, gerçeklik algınızı saptırabilir. somut-soyut dengesinde ufak bir oynama bile sizi akıp giden yaşamdan soğutmaya yeter. manevi anlamda aslında neyin gerçek olduğunu düşünmekten başka bir fikre geçemezsiniz. berrak mantığın daha etkili olduğu dünya düzeninde size bulanık bir mantık duygusu verir ki, din adamı gibi uhrevi bir işiniz yoksa tüm hırsınızı kaybedebilirsiniz.
en kötü deneyimlerinden birinde iç içe geçmiş 3 rüyadan uyanmıştım.
birincisinde gün batımında bir tarlada ellerim bağlı şekilde oturmaktayım. yanımda tanımadığım insanlar var ve onlar da bağlı. bizi kimin bağladığını merak ederken gökyüzünün su gibi dalgalanmaya başladığını görüp bunun bir rüya olduğunu kavradım. bu bir uyanmaydı, bilinç beni uyararak böyle bir şeyin mümkün olmayacağını gösterdi.
ama bu tuhaf rüyadan beni uyandıran bu uyanış değildi. uyandığımda şiddetli bir deprem oluyordu. ben bu sallantının rüyama etki ettiği fikrine kapıldım. böylece ikinci rüyayı gerçekmiş gibi yaşamaya odaklandım. ancak yine de bir terslik vardı çünkü uyandığımda tanımadığım bir evdeydim. camlar kırılırken ben kendimi çıkış kapısına doğru attım. bu telaşla ters giden şeyleri ayrıntılı düşünecek zamanım olmadığından ölmek üzere olmanın da etkisiyle "buraya kadar" düşüncesine kapıldım. dış kapıya vardığımda çıktığım oda çökmüştü. kapıyı açıp bina merdivenlerdeki portakal ağaçlarını görünce zihnim ikinci darbeyi yemiş oldu. o an rüyada olduğumu farkettim ama daha da dehşete kapıldım. farklı bir boyutta sıkışmışım gibi hissettim. kendimi portakal ağaçlarının dikenli çalılarının üzerine doğru atarken artık bana bir şey olmayacağını biliyordum. gerçekten de uçmaya başladığımda korkunç bir güce kavuştuğumu hissettim. dehşet bitmiş eğlence başlamıştı. artık her şeyi kontrol ediyordum.
tüm bunlar olurken birden telefonum çaldı ve yatağımda sırılsıklam uyandım. odam oldukça oksijensiz ve loştu. koridor ışığı bir parça görüş mesafesi oluşturuyordu. telefonum, şarja koyduğum komidinin üzerindeydi. yatağımın yakınında priz olmadığı için daima oraya koyardım. şükürler olsun ki bu defa gerçek dünyadaydım. ben telefona uzanırken komidinin yanında yarı dolu bir kül tablasının üzerine bastım. tabla ters dönmüş ayağım kül kaplanmıştı. bir an orada tabla olup olmadığını düşünmeye başladım. telefondaki en yakın arkadaşımın beni aslında pek sık aramayan kardeşiydi. ben telefona cevap verirken, mutfakta oturan ev arkadaşlarımın sesini duyuyordum. alperen'le konuştuk:
- abi naber ya nasıl gidiyor.
+ iyi alperen senden naber. takılıyoruz abinler mutfakta.
- abi gaye nasıl. ne ara ayarladın ya hehehe. sen de az değilsin
+ gaye.. he iyi (içses: gaye kim amına koyim)
ev arkadaşlarım da bu konuşmayı duymuş, hakan oğuzhan'a "gaye, kim hafız yeni manitası mı?" diye sormuştu. ben bunları yanımdaymış gibi duyarken telefonu kapattım. bu da bir rüyaydı ve artık bitkin düşmüştüm. odamın ışığını açmaya çalıştığım sırada yeniden sırılsıklam olarak yatağımda uyandım..
ancak zerre hareket edemiyor, zar zor nefes alıyordum. bilincim rüyadan bu sefer erken uyanmıştı ama beynim geç kalmıştı ve bu bir felç haliydi.
zar zor kaldırdığım kolumu örtüden dışarı çıkardım. ağırlık git gide artarken bunun da bir karabasan olduğunu anladım. son kudretimi toplayıp bir meydan okumayla "ne yapıyorsan yap ulan" dedim. artık nefes alamıyordum. gözlerimin yuvalarından fırlayacağını zannettim bir anda. dışarı çıkarabildiğim sağ kolumu duvara destek yaparak kendimi yataktan atmayı planladım. bu artık tek şansımdı çünkü beynim halen uyuyordu.
bunu başarıp yere çakıldığımda gerçekten uyandım. gecenin 2 buçuğunda bu yaşadıklarımın hiç birisi aslında olmamıştı..