diyorum ki şöyle olacağına;
" hayrettin abi içeri girdiğinde: "neredesiniz ulan emre" diye bağırdı. "havalandır ulan şurayı yavşak, göz gözü görmüyor" diye seslendi selami'ye. hayrettin abi 180 boylarında, cüsseli, kirli sakallı ve esmerdi. elinden tespihini düşürmez; onu gözü gibi kollardı. biri istediği zaman "delikanlı adam tespihini vermez ulan" der, "tespih adamın ikinci karısıdır" diye devam ederdi. hapse birkaç kez girip çıkmışlığı vardı ve mahallenin raconunu o belirlerdi. mahalle sakinleri kendisinden korkmaz ancak ona saygı duyardı "
Hayrettin abi; bir-seksen boylarında, cüsseli, kirli sakallı ve esmerdi. Elinden tespihini düşürmez; onu gözü gibi kollardı. Biri istediği zaman,
-delikanlı adam tespihini vermez ulan! tespih adamın ikinci karısıdır.
derdi. Hapse birkaç kez girip çıkmışlığı vardı ve mahallenin raconunu o keserdi. Mahalle sakinleri, kendisinden korkmaz ancak, ona saygı duyarlardı "
ya da şöyle olacağına;
" hayrettin abi, emre ile doğan'ın yanlarına oturdu.
"kap gel ulan bana bir demli çay" dedi çırak ahmet'e.
ahmet: "hemen ağabey" dedi ve selami abisinin yanına koşar ayak gitti "
şöyle olsa;
" Hayrettin abi, emre ile doğanın yanlarına oturdu. Çırak ahmet e dönerek seslendi;
-kap-gel ulan! bana bir demli çay.
-hemen ağabey.
dedi Ahmet ve Selami abisinin yanına koşar-adım gitti "
sanki, daha rahat okunuyor ve kimin ne dediği daha kolay anlaşılıyor gibi sizce de öyle değil mi?
Hikayelerdeki küfürlü ve argo ifadeleri yemeğin salçasına benzetirim ben hep. Yani, yerinde ve karınca-kararınca kullanıldığı vakit okuyucuya büyük lezzet verir ancak, gereğinden fazla veya yerli-yersiz kullanıldığında ise ağzının tadını kaçırır. Bu nedenle, özellikle küfürlü ifadeler kullanırken on kere düşünüp bir kere kullanmakta büyük yarar vardır ki bu, aynı zamanda, okuyucu üzerindeki etkiyi de artırır.
Bir örnekle açık edelim;
" bacak kadar boyuna bakmadan amcasına akıl veriyor teres! benim yerimde olsaymış, şöyle yaparmış da böyle edermiş, itin dölüne bak sen! "
En ağır küfürleri içeriyor olsa da hiç rahatsız edici gelmiyor değil mi? Bu iş gerçekten ustalık gerektirir ve yapılamıyor ise hiç denenmemesi daha yararlıdır. Zira, okuyucu gözünde bir çuval inciri berbat etmek an meselesidir.
Mo ni fe' nin kendine özgü ve fütursuz bir yazım tekniği var. Bunun dezavantajları olsa da ona büyük bir avantaj da sağlıyor; içten yazıyor, duyduğu-hissettiği, aklına geldiği gibi. Hiçbir iddiası yok! Harikalar yaratma derdinde değil. Yazarken, 'ben amatörüm!' diyor, 'adım hıdır, elimden gelen budur' diyor. Bu inanılmaz içtenliği nedeniyle, o'nun hikayelerini okumak bana büyük zevk veriyor.
-Dilerim, kendisini geliştirdikçe, o'nu farklılaştıran bu içtenliğini kaybetmez.
Okuyucuya karşı böbürlenmek, bunu hikaye ve romanlarda okuyucuya hissettirmek ve okuyucu gözünde gıpta edilecek bir yazar konumunu almak; uzun soluklu, meşakkatli bir süreçtir ve kolay gerçekleşmez. 'Henüz hamken, olgunu oynamak', eğreti bir davranıştır ve sırıtır. Biraz popüler olmuş kimi yazarlar, 'ne oldum delisi' hallerinde,
-okuyucuyu; yazdıklarıyla beslenen varlıklar olarak görmeye başlarlar.
Özellikle belli bir okuyucu kitlesine sahip yazarlarda, bu çarpık düşünce daha belirgin gözlenir. 'Ne yazsam okunuyor!' rahatlığına, dahası kibrine kapıldıkları anda da aynı kitleden dirsek görürler. Zira, yazar ile okuyucu arasında tek taraflı değil simbiyoz bir ilişki vardır. Kaldı ki bu ilişkide okuyucu, yazara göre çok daha rahat ve bağımsızdır.
yıldızlar da çığlık atar Akıcı ve hoş bir hikaye olmuş. Yapısal düzenlemelerle daha akıcı hale de getirilebilir.
Memur çocuğu olmanın, toplum içerisinde bu denli belirgin bir kategori olarak vurgulanması gereği neden duyuldu, anlamadım doğrusu. Verilmek istenen, 'memur çocuğu; doğrudur-dürüsttür' imajı mı yoksa, 'hanım evladı' oldukları mı? eğer doğruluk ve dürüstlük ise en yetenekli düzenbazların memurlar içerisinden çıktığı herkesin malumudur zira, bürokrasinin inceliklerini iyi bilirler. 'Karda yürür izlerini belli etmezler'. her iki durumda da memurlar üzerinden bir genelleme yapmanın doğru olduğu inancında değilim.