Sendika yasalarıyla örgütsüzleştirme ve denetim altında tutma girişimine, kuralsızlık ve güvencesizlik temelli bir dizi hukuki hazırlık eşlik ediyor. TiSK Başkanı Tuğrul Kudatgobilik, yine sendika yasalarında değişikliklerin gündemde olduğu Ağustos 2009'da, "Endüstri ilişkileri bir bütündür. 2821 ve 2822 sayılı kanunlar ile kıdem tazminatı düzenlemesi bu bütünün ayrılmaz parçalarıdır" demişti.
Şimdi, TiSK başkanının, dolayısıyla sermayenin dediği yapılmakta ve "endüstri ilişkileri" bütün olarak ele alınmaktadır. Sendika yasalarında değişiklikler yanında, kıdem tazminatının fona devri, iş Kanunu'nda geçici çalıştırma temelinde çeşitli esneklik biçimlerine kadar geniş bir alanı kapsayan köklü değişiklik girişimleri gündemde. Bütün bu değişiklik girişimleriyle birlikte, sermayenin emek üzerindeki kontrol ve disiplin mekanizmaları yeniden ele alınıyor ve bu mekanizmalar aracılığıyla emek maliyetlerinin düşürülmesi hedefleniyor.
Gülme sırası yine sermayede mi?
Halen yürürlükte bulunan 2821 sayılı Sendikalar Kanunu ve 2822 sayılı Toplu iş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu, 12 Eylül döneminde, 1983 yılında yasalaştı. Yasalar, doğal olarak içinde bulunulan iktisadi ve siyasal koşulların yansımasıydı. işçi sınıfının sendikal ve siyasal örgütlerinin dağıtıldığı bir süreçten söz ediyoruz. Bu iki yasa daha taslak halindeyken TiSK Başkanı Halit Narin işçileri kastederek; "20 yıldır biz ağladık onlar güldü, şimdi gülme sırası bizde"demiş; nitekim yasalar da "işçileri ağlatıp, sermayeyi güldürme"içerikli çıkarılmıştı.
Bakanlar Kurulu'na sunulan tasarının genel gerekçesinde de o dönemde çıkarılan 2821 ve 2822 sayılı yasalar için şöyle denilmektedir: "Milli Güvenlik Konseyi, 2821 sayılı Sendikalar Kanunu ve 2822 sayılı Toplu iş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu ile endüstri ilişkiler sistemini devletin denetimi altına almaya çalışmıştır." Denetim, sermayenin çıkarları doğrultusunda, devlet eliyle o günden bu güne devam etmektedir ve "yeni" yasa aracılığıyla da sürdürülmek istenmektedir.
Tasarı mevcuttan farklı önemli bir değişiklik içermemektedir. Çalışma Bakanlığı tarafından Bakanlar Kurulu'na sunulan tasarıda birtakım olumlu düzenlemeler varken, bu maddeler TBMM'ye sunulan tasarıdan çıkarılmıştır. Örneğin ilk tasarıda, sendika işyeri temsilcisi ve sendika yöneticilerine güvenceler getirilirken, Meclis’e gönderilen tasarıda bu maddeler değiştirilmiştir. Sendika temsilcilerini patronların baskısından korumayan, sendikal faaliyet özgürlüğünü güvence altına almayan bir yasanın demokratikliğinden söz edilemeyeceği açıktır.
Yine Bakanlar Kurulu'na sunulan tasarıda, grev esnasında işçilerin baraka, çadır vb. kurma yasağı kaldırılırken, TBMM'ye sunulan tasarıda yasaklar yerini korumuştur.
Tasarıda sendikal hakların bir bütün olduğu, örgütlenme, toplu sözleşme ve grev haklarının birlikte ele alınması ve bölünmezliği temel ilkesi göz ardı edilmiştir. Sendikal hak ve özgürlükler; işçiler için özgürce örgütlenme, toplu sözleşme yapma ve grev haklarını içerir ve bu haklar sınırlama olmaksızın ve ancak birlikte kullanıldığında amaca ulaşılabilir. Ancak tasarıda yasaların özüne dokunulmamıştır.
Yürürlükte olan Sendikalar Yasası'nda 28 olarak belirtilen iş kolu sayısı 18'e indirilmiştir. Yasaya göre, sendikalar yine iş kolu esasına göre kurulacaktır.
Tasarıya göre, 15 yaşını bitirmiş (mevcut yasada 16 yaş sınırı bulunmaktadır) işçiler noter şartı aranmaksızın sendika üyesi olabileceklerdir; istifada ve üyelikte ise noter şartı kaldırılmaktadır. Üyelik e-devlet sistemi ile yapılacaktır. Noter şartının kaldırılması olumlu olmakla birlikte, üyeliğin e-devlet aracılığı ile, doğrudan devlet, dolaylı olarak da sermaye denetimine bırakılması birçok sorun yaratabilecek; sendikal örgütlenmeden kurtulmak isteyen patronların, işçilerin e-devlet şifrelerini alarak, onları herhangi bir sendikaya üye yapması ya da özellikle istifa ettirmesi pratikte mümkün olabilecektir.
Barajlar Sürüyor
Çokça tartışılan bir konu da barajlardır. Yeni tasarıda iş kolu barajı kaldırılmayıp yüzde 3 olarak belirlenmişken, işyeri barajı korunmuş, işletme düzeyinde baraj yüzde 40'a düşürülmüş, halen toplu sözleşme yetkisi olan sendikalar yeni istatistiklerden 5 yıl muaf tutulmuştur.
Ülke barajının yüzde 10'dan yüzde 3'e düşürülmesi ilk bakışta olumlu ve önemli bir düzenleme olarak algılanmaktadır. Ancak tasarı ile birlikte, yetkili sendikanın belirlenmesinde ve istatistiklerin düzenlenmesinde, Çalışma Bakanlığı istatistikleri değil, Sosyal Güvenlik Kurumu istatistikleri esas alınacaktır. Halen Çalışma Bakanlığı'a göre 5 milyon 400 bin işçi ve bu işçilerin işkollarına dağıtılması ile yetki tespiti yapılırken, bu sayı Sosyal Güvenlik Kurumu'nda 11 milyon 500 bine çıkmaktadır. Buna ek olarak, işkollarının 28'den 18'e düşürülmesiyle de işkolunda çalışan sayısının artacak olması nedeniyle yüzde 3 bile olsa işkolu barajını geçmek birçok işkolunda olanaksız hale gelecektir. Örneğin, ticaret ve büro işkolunda çalışan sayısında anormal bir artış söz konusu olmakta ve bu işkolunda çalışan sayısı Çalışma Bakanlığı istatistiklerine göre 436.794 kişi iken, yeni düzenleme ile bu sayı yaklaşık 2,6 milyon kişiyi bulmaktadır. Bu işkolunda halen yüzde 10 barajının karşılığı 43.679 işçi iken, tasarı ile yüzde 3'lük barajı aşmak için gerekli işçi sayısı 79.290'a çıkmaktadır.
Son açıklanan 2009 yılı Temmuz ayı istatistiklerine göre, 94 sendika vardır ve Türk-iş üyesi 34, DiSK üyesi 6, Hak-iş üyesi 9 ve bağımsız 2 sendika olmak üzere toplam 51 sendikanın toplu sözleşme yapma yetkisi vardır. Yüzde 3 barajı ile 20 sendikanın barajı aşacağı ve 31 sendikanın baraj altı kalacağı belirtilmektedir. Bu baraj sistemi, toplu sözleşme yapma hedefiyle yeni sendika kurmayı da tümüyle olanaksız hale getirmektedir.
Tarım ve balıkçılık işkolunda mevcut yasada baraj yokken, tasarı ile bu işkoluna da baraj getirilmektedir.
Ekonomiden sorumlu bakanlar, işkolu barajının binde 5'e düşürülmesi ile, toplu sözleşme hakkının kolaylaşacağı ve bunun sonucunda da işçilik maliyetlerinin yükseleceği gerekçesiyle barajın binde 5'e düşürülmesine karşı çıkmışlardır. Hükümet, açıkça, işçilerin örgütlenme ve toplu sözleşme hakkını kullanmalarından rahatsız olduğunu söylemekte, sermayenin temsilcisi olduğunu sözle bile gizleme gereği duymamaktadır.
Patronların "ülke barajının binde 5'e düşürülmesinin 1980 öncesi yaşananlar nedeniyle, Türk endüstri ilişkileri sistemine zarar vereceği ve mevcut çalışma barışını bozabileceği" açıklamalarını, Türk-iş de çeşitli gerekçelerle desteklemiş ve hükümet de sermeyenin temsilcisi olarak taleplerin gereğini yapmıştır.
Örgütlenme ve TiS Hakkı Yine Kısıtlı
Tasarı ile, sendika üyeliği yine sadece (dar anlamıyla) işçiler için tanımlanmaktadır; emekliler, gençler, köylüler, ev işçileri, ev eksenli çalışanlar gibi, halen çalışan ya da işsizler gibi çalışma ihtiyacı içinde olan geniş bir kesimin sendika kurma ve sendikalara üye olma hakları yoktur.
Toplu sözleşme görüşmelerine ilişkin mevcut yasada yer alan bürokratik işlemler ve süreler tasarıda da neredeyse aynen korunmaktadır. Anayasa referandumu sürecinde demokrasiden, sendikal özgürlüklerden dem vurarak işçileri kandırmaya çalışan AKP hükümeti, tasarıda sendika seçme hakkını, sendikal özgürlüğün güvence altına alınmasına yönelik referandum hakkını düzenlememiştir.
Grev Yasakları Artarak Devam Ediyor
Grev kararı şimdiki yasalarda olduğu gibi ancak toplu sözleşme görüşmelerinde uyuşmazlık çıkması halinde alınabilecektir; siyasi grev, dayanışma grevi ve genel grev yasağı devam etmektedir. Bunun dışında grevi etkisiz hale getiren mevcut yasadaki hükümler tasarıda da yer almaktadır.
Bu da yetmezmiş gibi, hava ulaşımı alanında faaliyet gösteren işyerlerinde, grev esnasında patronun faaliyetinin yüzde kırkının sürdürüleceği belirtilmiş ve çalıştırılacak işçi listesini belirleme görevi de patrona verilmiştir! Böylece, tasarı ile var olan grev yasaklı işkollarına ilave olarak, daha önce böyle bir yasak bulunmayan hava taşımacılığı işkolunda da fiili grev yasağı getirilmektedir. Grevde patronların hava ulaşımında faaliyetlerinin yüzde 40'ını sürdürmesine olanak sağlanması fiilen grev hakkının ortadan kaldırılmasıdır.
Tasarıda şehir içi toplu taşıma hizmetleri ve bankacılık sektörü gibi pek çok işkolunda grev yasakları devam etmektedir. Ayrıca, gerçek anlamda sendikal özgürlüklerden yana olan bir yasal düzenlemede lokavtın bir hak olarak yer almaması gerekirken, tasarıda lokavt uygulaması devam etmektedir.
Tasarı ile, grev yasakları ve ertelemeleri devam ettirilirken "genel hayatı etkileyen doğa olayları gerçekleştiğinde" ve ";genel sağlığı ve ulusal güvenliği bozucu nitelikte" gibi muğlak, keyfi yoruma açık gerekçelerle grevler ertelenebilecek ya da yasaklayabilecektir. Bu da yetmezmiş gibi, ertelenen bir grev sonrası, yeniden grev hakkı tanınmamakta, zorunlu olarak Yüksek Hakem Kurulu devreye girmekte ve bu kurulun kararı bağlayıcı olmaktadır.
Tasarı ile, "grev esnasında greve karar veren sendikanın kusurlu hareketi sonucu grev uygulanan işyerinde neden olunan maddi zarar"dan söz edilerek, bunun sorumluluğu sendikaya yüklenmektedir. Sendikanın kusurlu hareketi nedir? Zaten grevin kendisinin doğal sonucu olarak patronlar maddi zarara uğrarlar. Bu durumda, greve çıkmak fiilen yasaklanmış olacaktır.
12 Eylül'le Hesaplaşma Yalanı
Sendika kurmak ve sendikalara üye olmak, işçilerin özgürce verdiği kararlar çerçevesinde gerçekleşmeden; toplu pazarlık hakkını sınırlandırıp, etkisiz kılacak düzenlemeler ortadan kaldırılmadan; grev biçimleri üzerindeki sınırlama kaldırılıp grevin sadece toplu sözleşme sürecinin sonunda gerçekleşmesi durumuna son verilmeden, sendika yasalarında gerçek anlamda bir değişiklikten söz edilemez.
Güya 12 Eylül'le hesaplaşma adına yapılan değişiklik sonucu hazırlanan tasarı birçok konuda 12 Eylül yasasından bile geridedir. Tasarı, işçi sendikalarını eskiden olduğu gibi yine baskı altına almayı, özgürlüklerini kısıtlamayı, sermayenin ve devletin baskı, kontrol ve güdümünde tutmayı hedeflemektedir. Bu açıdan, anayasa referandumunda AKP'den "en azından sendikal alanda demokratik parçalar koparmayı" umanlar açısından ibretliktir.