merhaba, öncelikle bütün yazanların eline sağlık.
dergiye son 3 sayıdır öykü gönderemiyorum ama öyküleri okuyor kah "allah belanı versin bunalttın be hacı" diyor yüzümü buruşturuyorum kah "adam yazmış" deyip kendimce takdir ve tebrik ediyorum.
pek çok kez dergideki hikayelerle ilgili eleştiri ve görüşlerimi yazma fırsatım oldu. hatta birinci sayıda tek eleştiri yazan da bendim çünkü * bence en az yazmayı sevmek kadar okunma isteğidir yazarı sürükleyen; sonra arkası gelir, okunduğunu bilince de başka beyinlerdeki etkisini merak eder yazar.
ben her öyküye bir eleştiri yazmayacağım. elbette hepsi bir fikir ürünü ve emek içeriyor; tavrım bu anlamda yok saymak anlamında değil, daha çok rutine bağlanmış "güzel sıcak bir öykü" gibi, yüzeysel bir yorum yapacağıma hiç yapmamayı sadece öykü eleştirileriyle ilgili değil; sözlükte yazarken de, sevişirken de *, hayatımda da seçmiş olmamdan.
doğal olarak yorumlarım sadece beni bağlar ama kendime saklamazsam belki de iyi olur diye düşündüğüm konular var.
şimdi biraz nezaketsizlik etmek istiyorum.
eleştirileri okuyorum bi abartma illa ki sonuçta beğenme durumu var. ben de öyle yapıcam yalan yok ama bu yavşaklık farkediliyor beyler. evet emeğe saygı ama iyi öyküyü vasattan ayırmak lazım yoksa iyi öykünün belki daha çok özenilmiş olanın hakkını vermemiş oluruz.
bir başka eleştirilere eleştirim ise "öykünün kahramanını beğenmedim" ya da "kurguda hatalar var" ya da "sonu farlı olsaydı" gibi ne biliyim bi sürü farklı adı konmuş ama açıklanmamış eleştiri var. doğal olarak hiçbirinin de bi anlamı yok. yok çünkü durum ortaya konmamış. kurgu da hata mı var? eee o zaman söyleyecen o hatayı. sonu iyi olmamışmı neden? önerin ne? yok. sadece adını koymuş gitmiş paşam ama olmaz öyle laf olsun torba dolsun hiç sevmem.
aksine övgü dolu sözler kadar belki daha da fazla hakkı verilmiş eleştirilere ihtiyacımız var.
bazen bir işe bi amaçla başlarsınız ama sonra o alır başını gider. yazarken kendinden emin oturup ilk cümleyi yazan adam yazının ortasında öyküye doğru esner. bu her zaman olabilir ama öykü bitince okunur ve okuyan kişi yazma süreci dışında olduğundan "lan bunun başı sonu ayrı oynuyo" diyebilir.
yazarın öyküyü tekrar okuyup giriş kısmı ile sonuç kısmının kopukluğunu -birinci sınıf hırsızlık ve kendi mesleğini açıklama gibi asıl öyküye göndermeler tamamen kopmasını engellemiş- görmesi gerekirdi.
giriş bölümü neden sorunlu? bir pramid hem de beş basamaklı ve her basamağı neredeyse belgesel tadında anlatan bir aşık... neredeyse derdi aşık olduğu kızdan ayrı olmak değil de hırsızlığın dünya konjonktüründeki yeri ve önemi olan bir karakter gibi.
peki ne demek istiyorum?
hikaye bittikten sonra tekrar okunmalı ve okurken: öykü ne ile ilgili? ben ne anlatmak istiyorum? bu hikayede parazit olan ve beni yolumdan çeviren, okuyucunun odağını dağıtan bölümler var mı? sorularına cevap aranmalıdır.
bu hikaye özelinde geçerli değil ama bu sorulardan en önemli ikisi ise bence: okuyanı sıkacak bölümler nereleri olabilir? ve cümleler gerçekte ne anlatıyor? anlatmak istediğimi yazmış mıyım? -çünkü yazar yazdıklarının kafasındaki resmin aynısı olduğunu sanır ama çoğu zaman durum öyle değildir.- neticede okur kafanızdaki resmi göremez.
hikayenin fikri güzel ancak işleniş kopukluğu saymasak da sade olmuş. boşuna girişte enerji harcanmış. açıkçası o enerjinin hikayenin zenginleştirilmesi için -babasının uyanmasıyla ya da kızın uyanmasıyla ya da o sırada eve giren ikinci gerçek bi hırsızla ya da hikayenin duygusal yönünün ve atmosferinin içinin doldurulmasıyla- harcanmasını tercih ederdim.
bi arkadaşımız değinmiş reina da tanışma ve polis memurunun evindeki çok pahalı tablo gibi detaylar da dikkat çekiyor.
yazarın eline sağlık.