parçalanmış

entry4 galeri
    1.
  1. her zerresi didiklenmiş, küçültülmüş ve zaman içerisinde eritilmiş olan...

    parçalara ayrılmak, bir kişinin kendi tercihi olabildiği gibi insan, hiç farkında olmadan da bölük pörçük bir hayatın parçası olabilir... bölünmek , bir bütünden ayrılmak olarak anlatılırsa eğer bölünen asla tam olamayacak ve hep bir bütünün gölgesinde hüküm sürecektir... tabi parçayı da bütünü de kimin ne şekilde gördüğüne bağlıdır bu durum.

    özay, renkli bir hayatın ana damarında gençliğini doya doya yaşarken durmuş ve bir an düşünmüştü geride bıraktığı yaşamını... çok eğlenmişti çok içmişti ve çok kadınla sevişmişti. her şeyi dibine kadar yaşadığı yetmezmiş gibi dibe kadar indiği zamanlarında bile dibin daha da dibi vardır belki diyerek yeraltına yol almaya çalışmıştı.

    onun için hayat, para kazanmak, farklı farklı kadınlarla sevişmek ve kumar oynamaktan başka bir şey olamazdı.neydi ki zaten yaşamın amacı? mutlu olmak değil miydi? e kendisi de mutluydu. içten içe mutlu olmadığını bilse de dalgacı gözlerle bakar dünyaya ve mutluyum oğlum daha ne olsun ki derdi. arkadaşlarıyla içki muhabbetlerinde hangi kadını nasıl düşürdüğünü ve o kadınlarla nasıl seviştiğini anlatarak kendisiyle gurur duyardı. bazen, bazı kadınlar üzerine iddiaya girer bu kadını 5 günde yatağa atarım şunu 3 günde , bunuysa 1 saatte diye güler ve dediğini de yapardı...

    adına parti denilen o toplama kamplarında içtikçe içer, onun koynundan diğerine atlardı. aynaya her bakışında o mavi gözlerinin rengarenk halelerinde pisliği görürdü. özay, hiçbir zaman kendi yaptıklarını onaylamamıştı aslında. onaylamamıştı ama bunları yaşamadan da duramayacak kadar kendine hakim olmaktan uzak ve güçsüzdü.hiçbir kız arkadaşına sadık kalamamıştı. sevdim dediği kızlardan daha iyisini gördüğü anda sapardı... durması imkansızdı ve kendisinde duranları anlamasıysa imkansız ötesi..

    geriye dönüp baktığında hayatının odalardan oluşan bir çukur olduğunu gördü. o, sürekli oda değiştiriyordu değiştirmesine, sürekli bölünüyordu bölünmesine de asla bütününe tamamına kendine ulaşamıyordu...bütününü hangi kadının koynunda parçaladığını ve bu bütünü kimlere kimlere dağıttığını bile bilmiyordu. ne de olsa onun tek bildiği şey sevişmekti; sevişirken düşünmek, sevişirken seviştiğini sevmek, sevişirken hislenmek gibi komik bir duygusu hiç olmamıştı. her sevişmesinde aynadan kendisine bakan o bütün renkleri içinde saklayan mavi gözleri, "yazık sana" diyordu, yanında bütün gece seviştiği öptüğü yüzlerce saçma aşk cümlelerini sırf sevişme icabı kurduğu o güzellerden biri vardı ve o , yanındakinden sadece iğreniyordu. iğreniyordu çünkü kendisiyle sevişenler kendisinden farklı değillerdi ki. hiçbir hisleri yoktu ona.. sadece doğanın kanunu işlesin diyeydi her şey.. sevişmeden yaşayamam ki ben derdi hep özay kendine. hayatın bundan güzel bir anlamı var mı ki derdi... bunları derken yine de sevişme sonrası gördüğü ve sabahlara kadar sevişen o adamın yüzüne her bakışında baktığı aynaya tüküresi gelirdi. niçin her sevişmeninin sabahında iğreniyordu her şeyden , herkesten ve özellikle de kendinden..niçin?? herkesi becermekten sevmeyi becermeye vakti olmadığı içindi... o, sevmeyi bilmiyor ve sevmeyi bilmediğinden olsa gerek sevilmeyi de beceremiyordu. kendini sevişirken erkek gibi hissediyordu hissetmesine de sevişme bitince o erkekliği uçup gidiyordu sanki. oysa onun yaptığını doğadaki bütün hayvanlar da gayet iyi beceriyordu...hayvandan bir farkım olmalı dese de yine de hayvani yanını yaşamaktan insani yanını yaşamaya vakit ayıramıyordu.

    odalardan oluşan adına hayat dediği çukurunda, her odaya ayrı bir kadını yerleştirmişti... parayla çalışan ya da bir gecelik kadınlardı odadakilerin geneli, bir de aşkından ölüyorum diye düşürdükleri vardı.. sevdiğini sandıkları da vardı bir iki odada. sevgi neydi bilmese de sevdiğini sanmaktan da aciz olmadığı günler olmamış değildi. her gün bir odayı ziyaret ediyordu... hiç bıkmadan usanmadan sevişmek ve çukuruna oyduğu odalara sürekli başka birilerini getirmekten yorulmamıştı bedeni fakat ruhu yorulmuştu artık... masmavi bir denize baktığı zamanlar farkediyordu yorulduğunu...denize eşdeğer gözleri, hayvan gibi hareket etse de insan olduğunu sürekli hatırlatan yüreğiyle usul usul ağlıyordu...

    sığınacak hiçbir limanı olmamışti kendi oyduğu odalarından başka. kendisini kucaklayan, saran sarmalayan sevgileri eliyle itebilmişti itmesine de her itişinde de ittiği sevgiye ve sevgiliye "seni çok seviyorum unutma olur mu bunu?" diye soruyordu. kendineydi aslında sözleri, yapayalnız kaldığında içi oyulmuş bir ağaç gibi bomboş bir şekilde kururken, bu sözlerini hatırlamak isteyecekti "seni seviyorum unutma olur mu" demiştim ben ona belki de onlara... sevmiştim ben, ama olmadı; yapabileceğim bir şey yoktu , diye kendini avutabilmek, kendini yaşattığı çukurda bir odadan diğerine geçerken ve her seferinde paramparça bir ruhu bir bedende bütünlemek için ardında bıraktığı her parçayı kendine katmak için çırpınırken;uğradığı her odada kendine ait bir parçasını unutuyordu. geriye dönüp odalardan parçalarını toplayamayacak kadar çok kaybetmişti kendinden, kendinden kaybettiğini bile bile , kendini bıraka bıraka giriyordu bölünmek için bölmeye...

    bu derece yoklaşacağını bu derece eksileceğini ve bu derece acizleşeceğini bilse hayatını odalara böler miydi hiç?? ileride bütün olurum diyerek kendini sağa sola dağıtması geriye bir hiçle sevilmeyen bir yürek bırakmıştı elinde. oysaki sevgiyi bulduğu anda odaları kapatsaydı belki sevginin gücüyle bütününe ulaşırdı. şimdi o odalardan birinde, başka odadan gelen biriyle hayatın gereğini yerine getirmek adına bir odaya tıkılmaz; sevgi gibi ucu bucağı gröünmeyen bir cennette yaşıyor olurdu....

    hayat, kendini ne kadar bölersen o kadar acıydı. ve hiçbir duruş,
    hiç bir gülüş, hiçbir mutluluk yarım bir adama tam etki edemeyecek kadar eksikti. içindeki boşluğu geride bıraktıklarıyla dolduramıyor, elindekilere de kendini veremiyordu. boştu, bomboş.. ve hiçbir zaman da tam olamayacaktı.

    odadan çıktı ve sonsuza kadar duracağı odaya yöneldi; hiç mutlu olmadan...
    0 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük