güneşe biat eden karanlık gözlerinin mahşeri tövbeleri,
saçlarından ruhuna hicret eden kutsal pembe bir adam...
dili suskun gidişine, ve di'li geçmiş zaman her ayrılık ekine inat gülümsüyor gidişine.
ne duruyorsun kalk aç gözlerini hasta çocuk!
tüm suskun çığlıklarım dejenere oluyor bu gece...
bu anımı sizlere bu liriklerimle tasvir etmek istedim.
merhaba,
ben pembe tolga
bitmek bilmeyen soğuk bir gecenin vefasız ufkunu arıyordu gözlerim. 5 katmanlı penceremin buğusuzluğunda özlüyorum geçmiş sağlıklı günlerimi. oda başına düşen 5 klimaya karşın yine de üşüyordum. her neredeysen kapmıştım "fakir virüsü" diye de bilinen bu grip illetini. burnumdan süzülen pembemsi sümüklerim ruhumu eritişmişçesine bırakıyordu kendini yer çekimine.
bu korkunç laneti rutin hayatıma devam ederek unutmaya çalışsam da nafileydi... öyle ki çok sevdiğim elektroliz kaplı, altın suyu ilaveli, viski - kokain karışımlarıyla bezenmiş, tarifine 16.000 tl ödediğim, 1 yıldır su kaplumbağası kabuğunda bekletilmiş badem çekirdekli kokteylim bile o cezbedici tadını vermiyordu artık.
tanrım bu ağzımdaki tat da neydi böyle...
ağzım geçimini asgari ücretle karşılayan bir ailenin evlerindeki koridor boşluğu gibi kokuyordu.
buna artık daha fazla dayanamazdım;
bitkin hareketlerle hemen yatağımın baş ucundaki "doktor" butonuna basarak, çatı katında acil durumlar için sakladığım 3-5 doktorumu mühendislerimce tasarlanan bir mekanizmayla odama dahil ettim. mühendislerime yine hayran kalmıştım... onları tek tek siksem yeridir. bu arada "sikmek" demişken, anında erekte olduğumun farkına vararak karşımda dikilen doktorlarımı tokatlayarak yatağıma yatırdım. yaklaşık 5 dakika her birini dövdükten sonra dillerini çıkarmalarını buyurdum. biraz şaşkınlık, biraz da endişeyle dillerini çıkarttıklarında sentetik tinerimi dillerine döktüm ve pembe rüyayı içlerine salmak suretiyle "sevgi yolu" diye adlandırdığım popo çizgilerini bir güzel ayırarak becerdim. her birini yaklaşık 15'er dakika becerdikten sonra mustarip olduğum rahatsızlığıma ilişkin konuya geldim.
- ... bebeklerim çok hastayım çok...
aralarında en çirkin ve fakir olan, her becerdiğimde aslında hiç mutlu olmadığım ama yine de gülümsediğim, maaşını 1 ay bile kessem intihar aşamasına gelebilecek kadar aciz olan, poposundaki kıvırcık tüylerin çeşitli latifelere yol açtığı, son derece zayıf ve bir o kadar da gözlüklü olan doktor cevap verdi;
+ tolga bey ne yalan söyleyelim bizi yine becereceğinizi adımız gibi biliyorduk. hastalık bahane değil mi?
- yok yok tatlım, baksana şuna lütfen. (gözlerimle elini uzatması için işaret ettim ve eline sümkürdüm).
+ evet bu sefer gerçekten de rahatsızlanmışsınız.
daha fazla uzatmadan yüzlerine 3.000'er tl fırlatıp beni saniyeler içinde iyileşmelerini istedim. böyle bir şeyin mümkün olmadığını, kesinlikle bir kliniğe yatıp müşahede altında tutulmam gerektiğini söylediklerinde hepsini kovup yeniden becerdim ve ardından yine satın alıp geri işe aldım. bu gerçekleştirdiğim birtakım sevişmeler vitamin etkisi göstererek kendimi daha dinç hissetmeme olanak sağladı. ve ardından daha fazla kendimi, en çok da mpt'yi (minik pembe tolga'yı) riske etmek istemeyerek hastaneye doğru yola koyuldum.
üşengeçliğimden en yakın hastaneye varınca durdum.
bu bir fakir hastanesiydi...
hemen acil kapısı'nın önünde bekleyen mercedes ve wolsvagen marka ambulanslar beni hüzünlü, bir o kadar da ekstrem düşüncelere sevk etti. bu son derece pazar malı araçlarla hastaların kendilerini güvende hissedeceklerini düşündüren de neydi onlara.
tanrım burası gerçekten de bir fakir hastanesiydi.
bu korkunç tabloyu lehime çevirebilmek adına acil kapısından içeriye girdim. artık iyileşmek kimin umurundaydı...
belki bir hademe, en olmadı bir kantin görevlisi, belki de vardiyalı çalışan bir güvenlik görevlisini becermeyi planlamıştım.
fakat karşılaştığım tablo hiç de beklediğim gibi değildi. rastladığım tüm hademeler ve bilumum çalışanlar refah düzeyi oldukça yüksek görünen, hiç de spesifik olmayan işçilerdi. bu olumsuzluk pek tabii ki şevkimi kırmıştı.
evde zaten doktor becermiş olduğum için, alternatifsiz bir şekilde hastalara yöneldim.
kat kat, oda oda hastaları ziyaret ettim. ne yapsam aradığım standartlarda, poposunun sağ ve sol lobları çoban yıldızı gibi parlayan, kuyruk sokumunun içe doğru 90 derecelik bir açıyla kıvrılması neticesinde harikulade bir görüntüye vesile olan, iğne atsan kahkaha atacak kadar tüysüz, omurilik iskeletini konjonktür bir yapıyla besleyen, sevgi yolunun kavuştuğu kısım oda sıcaklığının 2 kat üstünde yer alan götlere sahip hastalar bulamıyordum.
413 numaralı odadaki hasta?
- hayır çok götsüz.
436
- olmaz çok kadına benziyor.
321
- eh işte, başkasını bulamazsam bu odadayım.
298
- işte budur üstat!
tam anlamıyla aradığım adamı ve götü bulmuştum. sararmış yüzü dışında neredeyse tüm kriterlerime uyuyordu.
çok geçmeden içeriye adımımı attım. tam kendimi tanıtacaktım ki yanı başındaki çocuklarını tokatladığına tanık oldum.
çocuklarının yüzüne 2.150'şer tl fırlatıp odadan çıkmalarını istedim. odadan çıktıkları anda da babalarına dönüp seslendim;
- nen var kuzum, neden vuruyorsun yavrucaklara?..
+ ne siz sorun, ne ben söyleyeyim beyim.
hemen yüzüne 2.000 tl fırlatıp ekledim;
- sordum işte.
+ durmadan para istiyorlar. ben hastane borçlarını nasıl ödeyeceğimizi düşünürken öhöhö. sürekli para istiyorlar.
allah canımı alsa da kurtulsam beyim bir an önce. hüöhöh zaten 2-3 ay kalmış öyle diyor hoca hanımlar.
o konuşurken adeta erekte olmamak için minik pembe tolga'yı hiyerarşi sınırlarım içinde tutmaya çalışıyordum.
ben hayatımda böyle tüysüz adam görmedim. hele ki o sırt üstü yatmasına karşın egemenliğini ilan etmiş, anayasa çalışmalarını sürdüren götü beni büyülemişti. 2-3 aylık ömrünün kaldığını bilmek üzücüydü. bu götü 4 ay sonra benim yerime böcekler kemirecekti.
- seni buradan aldırıp evime götürüyorum. çocuklarının ve ailenin geleceğini dert etme şekerim. benim himayem altındasınız artık.
bu arada merhaba, ben pembe tolga. sen de (kenardaki dosyalarına bakıp adını öğrenerek) sarı mahmut olmalısın ahahaha.
yüzüne 10.000 tl çarptım ve derhal adamlarıma telefon açarak hastane masraflarını ödetip bu adamı evime taşıttım.
saatler sonra yatağımda bakire bir deniz yıldızı gibi uzanıyordu. hastalığını dahi sormamıştım. muhtemelen kemoterapi dökmüştü tüylerini. dünya üzerinde hiçbir insan bu denli kusursuz bir şekilde tüysüz olamazdı. ben araç gereçlerimi hazırlarken sarı mahmut başına geleceklerden habersiz şahsıma dualar ediyor, teşekkürlerini sunuyordu.
dakikalar sonra karşısına bir anda çırılçıplak dikilip 'Ai Se Eu Te Pego' dansı yapmaya başladım.
korkmuştu...
az önce dualar eden bu çılgın sarı adam artık son derece argo sayılabilecek terbiyersiz hitaplarını sıralıyordu.
kalkabilse beni darp edecekti ama çok bitkindi. yavaş ve bir o kadar şehvetli adımlarla yanına yaklaşıp serumunu kırdım.
iyice korkmuştu... korkusunu gidermek için serum şişesinin içine 500 tl civarı bozuk para döktüm.
- çocukların için iyi düşün sarı. zaten 3 ay sonra yoksun, hem ölmeden önce bunu da yaşamadım demezsin.
+ allah belanı versin senin adam.
çaresizliğin huzuri bir onayıydı aslında bu. başka seçeneği yoktu...
korkuyordu... tüysüz ve sarı bedenine ağır dokunuşlarla sirayet ediyordum. şortunu aşağıya indirdiğimde burnuma süzülen rutubetsiz fakir hasta kokusu bile dikkatimi dağıtamamıştı. yüz üstü çevirip poposunun sol lobuna köz olmuş bir kömür parçasını bırakıp yanan derisini yaladım. ağlıyordu zavallı adam... daha sonra güçsüz ve bitap düşmüş zayıf sırtına 19 inçlik çelik jantla vurmaya başladım.
bu sefer çok temkinliydim, cücede olduğu gibi ölmesine izin veremezdim. minik pembe tolga'yı adeta zapt edemiyordum. bir an önce içine salmam için göz yaşları döküyordu. ama hayır... ağırdan aldıkça kahkahalar atıp haz duyuyordum.
son olarak hint okyanusundan getirttiğim özel deniz kestanesini hayalarına koli bandı ile yapıştırıp sardım.
ne yaptığım konusunda hiçbir fikri yoktu. bu sarı çürük adamı yeniden sırt üstü yatırıp görebileceği bir açıya dev ekran televizyon yerleştirdim. hemen ardından da son ses lezbiyen pornosu açtım. dakikalar sonra bunu neden yaptığımı çok iyi anlayacaktı...
hayalarına sabitlediğim son derece ince dikenli deniz kestanesi, adamımız erekte oldukça gerilen hayalarına saplanacak ve yumurtalıklarını delecekti. pornoyu izlememek için gözlerini kapaması durumunda da robotum gri tlg'ye götüne somun sokması için talimat vermiştim. ve bu süreç gerçekleşirken sigaramı yakıp bekledim.
ve o acı çığlık nihayet gelmişti. yumurtalıklarından akan kanlar beklenen zamanın geldiğini tesciller nitelikteydi.
koşar adım yanına gidip acı içinde haykıran bu adamın içine pembe rüyayı empoze ettim. acı dolu çığlıklarına kahkahalarımla eşlik ediyordum. gülmemek için ara sıra adamın göbek deliğini ısırıyordum ama nafile...
tam 1 saat 26 dakika durmaksızın, kahkahalar içinde becerdim.
hastalığımdan eser kalmamıştı artık. tanrım ne de güzel bir gündü bu...
çok değil, tam 43 gün sonra öldüğü haberini aldım. anlaşılan doktorların verdiği 2-3 aylık süre pembe tolga'dan sonra geçerli değildi. günler sonra bir de bunun için kahkaha attım.
ama yoo...
çok geçmeden kanayan bir şiirin gözyaşlarına dokunurmuşçasına ağlamaya başladım.
lanet olsun yine olmuştu, yine ağlıyordum.
ama olmamalıydı...
güneşe biat eden karanlık gözlerinin mahşeri tövbeleri,
saçlarından ruhuna hicret eden kutsal pembe bir adam...
dili suskun gidişine, ve di'li geçmiş zaman her ayrılık ekine inat gülümsüyor gidişine.
ne duruyorsun kalk aç gözlerini hasta çocuk!
tüm suskun çığlıklarım dejenere oluyor bu gece..
elveda güneş tenli yorgun çocuk,
elveda bedeni bitap, ruhu ateşten mehtap sarı sevgilim.