kimi zaman zihnimin içinde beyaz petit kare fayansların üzerinde beliren kırmızı soru işaretleri görüyorum. her bir soru işareti, çözümlenmeyi bekleyen kısa metrajlı senaryoların gözümün önünde canlanması gibi.
çoğu hafta sonu, çalıştığım şirkete gelip teras kata kadar çıkıp ellerimi hafifçe iki yana açarak rüzgarın tenimle buluştuğu anların tadını çıkarıyorum. kısa kısa bir kaç adımla, yaklaşık 1 metrelik duvarın üzerine koyuyorum ellerimi. paketinde birkaç tane kalan sigaramdan bir tanesini yakarak bakıyorum istanbul'a. güneş batmak üzere. tüm büyük şehirlerde olduğu gibi bu şehirde de sevmiyorum geceyi. karanlık çökerken hamam böceği gibi yuvalarından çıkan pezevenkler, hayat kadınları, travestiler, torbacılar. henüz ilk aşkın tadını bile bilmeden, babası yaşında adamların kasıkları altında çiçeklerini solduran kız çocukları ve kızlarıyla yatan babalar!
ailesinin esirgediği huzuru renkli haplarda arayan, çürümeye yüz tutmuş gülümseyen ruhlar. yüzlerinde modernizm ve din maskeleriyle dolaşıp şeytanına göz kırpanlar. ne güzel de oynuyorlar senaryolarını. o kadar gerçek ki yalanlarına kendileri dahi inanıyorlar.
şu an paketimde kalan son dal sigarayı içermiş gibi çekmek istiyorum ciğerlerime bu asırlık günahları. içimde patlamaya meyilli bir yanardağ ile tek bir karede yaşamak istiyorum geceyle gündüzün masumiyetini...