izlenesi bir filmdir. Gerçek bir seri katili anlatmamaktadır. Filmi baştan son sahneye kadar normaldir ancak son sahnesi insanı bitirecek türdendir. 7 ölümcül günahı anlatır.
1- ilk Günah: Oburluk
Sinema tarihinin en iyi jeneriğiyle başlıyor film. Merak uyandırıcı bu jenerikte katilimizin cinayetleri planladığı defterlerden bazı kısımlar gösteriliyor bize ve ardından yağmurlu bir pazartesi günü ile giriş yapıyoruz karanlık şehre. Somerset ve Mills olay yerine geliyorlar. Karanlık ve izbe bu yerde kocaman bir masanın önünde, en az o masa kadar büyük bir adamın sandalyeye bağlı cesedini görüyoruz. Önünde kusmuk dolu bir kova var ve etrafa yayılmış iğrenç bir koku. Bu sarsıcı sahne ile katilimiz, dedektiflere ilk mesajını da vermiş oluyor.
“Cehennemden aydınlığa giden yol uzun ve zorludur.”
2- Açgözlü Seyirciye Nafile ipuçları
Film ilerledikçe verilen ipuçları ile katilin kim olduğunu harıl harıl düşünseniz de bir türlü bulamıyorsunuz tabi ki. Hatta kafanız karışıyor ve kontrol hiçbir şekilde “sizin tarafınıza” geçmiyor. Böylece filmin başından sonuna kadar “kurban” konumunda kalmış oluyorsunuz. Hatta dedektiflerin ruh haline ortak oluyor ve her şeyi saran karanlığın içine hapsoluyorsunuz.
3- Tembellik Etmemiş Oyuncular
Katilin peşindeki polislerin bize hiç de yabancı gelmediğini hemen anlayabiliriz aslında. Yaşlı, tecrübeli ve soğukkanlı bir dedektif ve ona yardım etmesi için görevlendirilen genç, bütün karanlıkları aydınlatabileceğini düşünen ve kendini kanıtlamak için yanıp tutuşan başka bir dedektif. Birbirlerinin tam anlamıyla zıttı ama birbirlerini tamamlayan iki karakter. Polisiye film türünün bu klişesini Fincher filmde çok iyi kullanmış. Tabi bunda Brad Pitt ve Morgan Freeman’ın kimyasının tutması da önemli bir etken.
Filmin diğer önemli oyuncusu da tabi ki Kevin Spacey***. Kendisini çok az gördüğümüz ama buna rağmen suratındaki o buz gibi ifadeyle ve müthiş oyunculuğuyla hafızalarımıza kazınmıştır.
Ufak bir not: John Doe karakteri için başlangıçta düşünülen isim Kevin Spacey değilmiş! Bu rol için düşünülen isim REM grubunun solisti Michael Stipe imiş. Müzisyen bu rolün sinemaya adım atmak için gayet uygun olduğunu düşünüyormuş. Fakat plak şirketi son anda yeni bir tura çıkmalarını isteyince, rolü geri vermek zorunda kalmış (Tanrıya şükürler olsun ki!). Sonrası malum, Kevin Spacey, John Doe rolünün sahibi oluyor.
Gwyneth Paltrow’da filmde Dedektif Mills (Brad Pitt )’in karısı Tracy’yi canlandırıyor. Paltrow psikolojisi bozuk, yalnız bir kadını kendine has oyunculuğu ile oynarken aklıma gelen tek şey; Bu rol için Gwyneth Paltrow’dan başkası düşünülemezdi oluyor.
4- isimsiz Şehirde Gururlu Bir Anne
Filmin geçtiği şehir hakkında herhangi bir bilgi verilmiyor bize, son derece karanlık, kasvetli ve yağmurun durmaksızın yağdığı isimsiz bir şehir burası sadece. Bildiğimiz tek şey bilmediğimiz bu şehirde her geçen gün bir cinayet işleniyor olması. Olayların geçtiği şehir ve David Mills’in karısıyla birlikte yaşadığı ev birbirine çok benziyor. ikisi de son derece kasvetli ve umutsuz. Trenlerin öfkeli sesleri eşliğinde sarsılan ev, bu duruma alışmaya çalışan Mills ve Tracy’nin arasındaki sarsılmış ilişkilerinin bir metaforu sanki. Mills’in evde beslediği köpeklere duyduğu aşırı sevgi, bebek hasretini anlatıyor. Tracy’nin hamileliğini gizlemesi ve ne yapacağına karar verene kadar da Mills’e söylememesi filmin sonunda boğazımıza düğümlenen bir yumru gibi karşımıza çıkıyor.
5- Dehşet Birazcıkta Şehvet
Filmin bir sahnesinde Somerset ve Mills barda oturup sohbet ederler. Bu sahne filmin felsefi açıdan en önemli kısmıdır. Somerset, Mills’e katili yakaladıklarında hiçbir şeyin değişmeyeceğini söylüyor. Mills ise katili yakalamanın büyük iş olduğunu, o yakalandığında her şeyin çözüleceğine inanıyor. Film ilerledikçe Mills ve Somerset arasındaki anlaşmazlıklar artıyor tıpkı Somerset’in yorgunluk belirtileri gibi. Mills de kendini bir anda bu içinden çıkılmaz seri katil davası ile ailevi problemler arasında buluyor. Buna en güzel örnekte Mills’in evinde; Mills, Tracy ve Somerset’in birlikte yediği yemektir. Buradaki gergin hava gerçekten sinir bozucu türdendir.
Katil cinayetlerine devam ederken, olay yerlerinde bıraktığı bir takım işaretlerin, polislere bir sonraki cinayetin nerede olacağına dair ipuçları verecek cinsten olması ve buna rağmen yakalanamaması katilin son derece zeki biri olduğunu ispatlıyor. Katilin amacı sadece kurbanları öldürmek değil. Zaten cinayetlerin işleniş biçiminden bunu anlıyoruz. Ona göre etrafta o kadar çok günahkâr var ki bunlara birinin son vermesi gerekiyor. Ve Tanrı’nın onu seçtiğini düşünüyor, cinayetlerde bu yüzden bir çeşit vaaz gibi. Kurban hangi günahı işlediyse cezasını bu günahla ödüyor. Katilimizi hiç cinayet işlerken görmüyoruz. Ne zaman dedektifler bir ceset buluyor işte bizde o zaman görüyoruz mesajlarla süslenmiş ölü bedenleri. Bu da filmin sonuna kadar merakımızı ayakta tutuyor. Kurbanlar gerçektende dehşet verici şekillerde öldürülüyor. Tıpkı şehvet günahını işlemiş fahişenin ölümü gibi.
6- Kıskananları Çatlatacak Cinsten Sürpriz Final
iki dedektif katili yakalayacakları sırada ellerinden kaçırırlar ve onu tekrar nasıl bulacaklarını düşünürlerken, her tarafı kanlar içinde polis merkezinin kapısından John Doe girer. işte film bu beklenmedik sahne ile beklenmedik finale doğru yol almaya başlar. Katil teslim olur ve diğer iki cesedin nerede olduğu bir şartla göstereceğini söyler. Şartı dedektifleri oraya kendisi götürecektir. Mills, Somerset ve Doe arabayla olay yerine giderken bir helikopterde onları takip etmektedir. Bu sahnede Kevin Spacey harika bir monolog ile rolünün hakkını sonuna kadar verir. Saat 7’de elektrik kulelerinin olduğu uçsuz bucaksız araziye geldiklerinde film hiç unutamayacağımız bir şekilde son bulur.
7- Son Sözü Öfke Söyler
Filmin sonunda Dedektif Somerset’in öfkeli ve bitmiş adama bakıp ta dediği gibi;
“Ernest Hemingway şöyle yazmış: Dünya güzeldir ve uğruna savaşmaya değer. ikinci bölümüne katılıyorum.”