12 eylül davası

entry43 galeri
    12.
  1. --spoiler--
    Kaldırımdan aksayarak yürüyen yaşlı kadın, yüzünü bir yerden anımsadığına emin olduğu adamı ısrarla takip etmeye devam eder. Sonunda onu kolundan tutar ve kirli suratında korku çukurları gibi duran karanlık gözlerine bakarak “Katil!” diye bağırır. “Sen Mengele’sin, katil Mengele!” der. Adam, tedirgin bir şekilde çevresine bakınır, yaşlı kadının elini iter ve kaçmaya çalışır. Kadın, Dr.Mengele’nin ardından koşarak onu takip eder:
    Yaşlı kadının, Arjantin sokaklarında yürürken tanıdığı, Nazi toplama kampı Auschwitz’de insanlar üzerinde yaptığı ölümcül deneylerle bilinen Alman Nazi doktoru Josef Mengele’den başkası değildir.

    Toplama kamplarında mahkûmlar üzerinde tüyler ürpertici insan deneyleri gerçekleştirdiği için kendisine ‘Ölüm Meleği’ adı verilmiştir. Mahkûmların hangisinin öldürüleceği, zorla çalıştırılacağı ve üstünde deney yapılacağını belirleyen SS doktorlarından biridir. Dr. Mengele, SS subaylarının kötü şartlara ne kadar dayanabileceğini ölçmek için, Nazi kamplarında toplanan Yahudiler, komünistler veya engelli insanlar üzerinde deneyler yapar. Bir SS subayının paraşütle uçaktan atladığında ne kadar basınca dayanabileceğini ölçmek için, insanlar basınç odasına sokulur; bu odada iç organları patlayana kadar basınç uygulanırdı. Kuzey Kutbu’na gidecek bir SS subayının deniz soğuğuna ne kadar dayanabileceğini ölçmek için tutukluları buz dolu bir küvete sokarak soğuktan ölene kadar orada bekletirdi. Saf Cermen ırkları üzerinde uygulanacak testlerin kobaylığı, toplama kamplarındaki esirler üzerinde uygulanırdı. Cermen soyundaki ari ırktan doğan çocukların göz renkleri mavi renkten farklı bir renk olursa; bu rengi mavi renk ile değiştirmek üzerine deneyler yaparlar, deney sonucu elde ettikleri sıvıları esirlerin göz bebeklerine şırınga aracılığı ile enjekte ederlerdi.
    Savaş suçlusu ilan edilen Dr.Mengele’yi, toplama kamplarından hatırlayan yaşlı kadın Arjantin sokaklarında onu gördüğünde unutamadığı bir katilin suretini hemen tanımış ve “Katil kaçıyor, yakalayın!” diye bağırmıştı.

    Dünyaya büyük acılar yaşatmış Nazi zulmünün yaşandığı yıllardan 35 yıl sonra, faşizm ‘12 Eylül Darbecileri’ eliyle başka bir ülkenin kapısını çaldı. Darbeciler, silahlı bir suç örgütü olarak Meclis’in kapısına dayandılar. Seçimle işbaşına gelmiş hükümeti, ortaklarını ve diğer tüm partileri kapattılar, liderlerini hapse attılar.

    Esas hedefleri sokaktı; geleceğini ve kaderini eline almaya çalışan bir halkı susturmak istiyorlardı. Tanklarıyla, toplarıyla, helikopterleri ve uçaklarıyla geldiler. Karşı koyanı, itiraz edeni, sesini çıkaranı tutukladılar, hapse attılar, işkence ettiler, öldürdüler... Yazarını, sanatçısını, müzisyenini, öğretim üyesini, memurunu, sendikacısını sorgusuz sualsiz topladılar. Toplama kampı gibi yerlere doldurdular. ibret olsun diye çocuk yaşta gençlerin yaşını büyüterek idam ettiler. itirazlar yükseldiğinde “Asmayıp besleyecek miyiz?” dediler..

    Hiçbir yasa, hukuk, yaşam hakkı dinlemeksizin her türlü işkenceyi yaptılar. Yüzlerce insan bu işkencelerde öldürüldü, binlercesi sakat kaldı.
    12 Eylül darbecileri, işkenceyi çocuk, yaşlı, genç, kadın, erkek siyasi bakış ayırt etmeksizin herkese uyguladı. işkencenin her türünü denediler. Kum torbalarıyla yapılan işkencelerde, tarifsiz acılar içinde kan işedi insanlar. istiklal Marşı’nı ezbere okuyamayanlara ölümüne dayaklar atıldı, hücrelerde aç bırakıldı, makatlarına coplar sokuldu. Birçok insanın bu işkencelerde bağırsakları dışarı döküldü, sakat kaldı. Karanlık hücrelerde bileklerinden bağladıkları insanları, bağırsaklarını poşetlere doldurarak önlerine koydular. Babalarının önünde kız çocuklarına, çocuklarının önünde annelerine tecavüz ettiler. Tüm bu işkenceleri yaparken, her gün televizyonlara çıkıp, güç ve kudret gösterisinde bulundular.

    Sorguda kafasına çivi çakılarak öldürülenler oldu. Meşhur ‘bambulu oda’larda insanlara çırılçıplak vaziyette işkence yaptılar. Askeri doktorlar bile bizzat işkencelere katıldı.
    Pervasızdılar. Falakalarda, insanların ayak tabanlarını, el ayalarını patlattılar, kaba yerleri ezdiler, tırnaklarını söktüler. Çırılçıplak soyarak üzerlerine kurt köpeklerini saldılar. insanları ayaklarından zincirle bağlayıp bayılıncaya kadar askıda bıraktılar, testis ve erkeklik organlarından kaldırarak tarttılar; erkeklik organına ip bağlayarak koşturdular. Darbeciler, büyük bir zevkle seyrettiler bunları.
    insanların makatlarına zeytinyağına batırılmış coplar soktular. Bu copları kendisine ya da bir başka tutukluya yalattılar. Havalandırmanın ortasında bulunan lağım çukurlarına attılar, buradaki pisliği yedirdiler. Tüm koğuşun önünde yere yatırarak, insanları birbirinin yüzüne işettiler. Bunu her yaptıklarında kahkahalarla güldüler, eğlendiler.
    Acımasızdılar. Cezaevlerinde, genç tutuklulara merdiven altlarında tecavüz ettiler, birbirlerine tecavüze zorladılar. Birçok tutuklu verem oldu. Veremlilerin balgamlarını toplayıp, karavanadaki yemeklere karıştırdılar.
    Koğuş içinde iki kişinin birbiriyle konuşması yasaktı. Gülmesi yasaktı. Düşünür gibi görünmesi de yasaktı. Böyle bir yasağa karşı gelenlere işkencenin her türlüsünü uyguladılar.

    12 Eylül darbesi sonrasında 210 bin dava açıldı. 650 bin kişi gözaltına alındı. Sadece düşünce suçuyla yargılanan insan sayısı 83 bindi. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi. 348 bin kişinin yurtdışına çıkışı yasaklandı. 14 bin 509 kamu görevlisi işten atıldı. 18 bin memur, 2 bin yargıç ve savcı, 4 bin polis, 2 bin subay ve astsubay, 5 bin öğretmen istifaya zorlandı. 30 bin kişi Türkiye’yi terk etti, 14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı. 39 ton kitap ve dergi imha edildi, 937 film yasaklandı, 8 gazete toplam 195 gün süreyle kapatıldı. 50 kişi idam edildi. 420 kişi işkence edilerek öldürüldü.

    Şimdi, bir ülkenin geleceğini, umudunu ve cesaretini elinden alan darbenin sorumluları ve suç ortakları yanı başımızdalar. Kirli ve korkunç suretleriyle belleğimizden hiç çıkmadılar. Onları teşhis ettik! Sessizce saklanmış oldukları köşelerinde kana bulanmış korkularını gizleyerek, sinsi ve karanlık gözleriyle bize bakıyorlar. Katlettikleri yüzlerce insanın kanları ellerinde hâlâ sıcak. Hâlâ parmaklarında emirle verilmiş idamların izi var. Ve nefesleri hâlâ kan kokuyor...

    Yaklaşın, bakın! Göreceksiniz! Kimi bürokrat maskesiyle, kimi emekli paşa, kimi müsteşar!. Kiminde işadamı, büyükelçi, siyasetçi, vekil maskesi var! Onlar, hemen yanı başımızda, aramızdalar! Darbeyi düşünenler değil bunlar, darbeyi yapanlar! Kan, zulüm, işkence, ölüm makinesi; cop sokma, dışkı yedirme, tecavüz, ranza altı, kule, lağım, zincir, elektrik, idam... Oğullarımız, kadınlarımız, kızlarımız! Bırakmayın sakın! Ne olur tutun! Kaçırmayın! Darbecileri yakalayın!
    --spoiler--

    yazı, yusuf nazım'ın 4 nisan 2012 tarihli radikal yazısı..

    okudunuz, titrediniz mi peki? eğer içiniz ürpetmediyse, burdan sonrasını okumanıza gerek yok..

    yazıyı yazan adam bir öykü yazarı evet. ama yazdığı bir öykü, bir kurgu değil. kimileri ajitasyon diyebilir. evet, olabilir. ama bu gerçek oluşunu değiştirmez. insanların acıma duygularını, çıkar ilişkileri doğrultusunda o kadar sömürmüşüz, o kadar sömürülmüşüz ki, ajitasyon bir kavganın stratejisi haline gelmiş. olabilir, ama şu an değil. bunlar gerçekler.. gerçekliğini yadsıyacak insanlar olabilir, olacaktır da. o yüzden yusuf nazım'ın nazi olaylarından giriş yaptığı kanısındayım. nihayetinde nazi kamplarında olanlar da gerçek olmayabilir değil mi? ama unutmayın, '80 darbesi, çok yakın bir tarih.

    ben referandum da oy kullanmadım. boykot hakkımı kullandım. çünkü bana istemediğim maddelere de evet dedirteceklerdi. bense sadece, 15. maddenin kaldırılmasını ve birden fazla sendika koluna üye olabilmeyi istemiştim. belki bir kaç bir şey daha, ama dedirtmediler. bende o yüzden hiçbir şey demedim. şu an darbecilern yargılanıyor olmasında bu anlamda pek bir katkım yok. ama mitinglere katılıp bağırdım, yargılansınlar diye.. yaptım, sayılır mı bilmiyorum.. ama referandumu dayatma yüzünden boykot ettim.

    bugün, biri 94, diğeri 86 yaşında olan darbe zanlısı iki kişinin davasının günüydü. davaya katılmışlar, katılmamışlar hiç önemli değil. müebbet hapis istemi de hiç mühim değil.. sonuçta geri gelmeyecek bir erdal eren var, cengiz baktemur var, sabri altay var. var yani 50 tane insan var.. sürülenler, vatandaşlıktan çıkartılanlar, fişlenenler var.. bunlar oldu, bir daha olmaması için dönemin darbecilerinin yargılanması gerekiyorsa yargılayalım. hapse atalım, müebbet yesinler.. çok ömürleri var ya daha..

    bir şeyler gitti, geri de gelmeyecek.. iki yıl önce darbecilerin yargılanmasını sağlayan referandumu yapan hükümetin, her ne kadar amacının tamamen bu olmadığı bariz görünse de, bugün bu darbecilerin davası görüldü. demokrasi adına bir adım deniliyor ya hani, küçük belki ama, öyle..

    yönetime el koymak başka bir şeydir, idam kararı imzalamak başka bir şey.. insanları suçlu addedip sürmek, fişlemek başka bir şeydir, insanları lağımlara atıp, dışkı yedirmek başka bir şey..

    gazete rakamlarına göre 500 tane dilekçe verilmiş, davaya müdahil olmak için. akp, chp, mhp, bdp'de dahil.. siyasalların dışında, darbeden bir şekilde zarar görmüş yüzlerce sivilin dilekçesi de var.. çünkü 1980 çok yakın bir tarih.. kimileri için travma..

    bugün iki kişiye çıkartılmış bir fatura var.. sedat celasun nerde? nejat tümer nerede? olsun, her ne kadar gecikmiş adalet, çoğu zaman adalet olamasa da, olsun..

    o yüzden demem o ki, ne olursa, ne olmayacaksa fark etmez.. sırf darbe mağdurlarının içi soğusun diye bile yargılanmalı bu insanlar..
    0 ...