söykü dergisi sayı 4 çamur

entry49 galeri video1
    42.
  1. - bir yolculuk hikayesi;

    hikaye ve romanlarda, kahramanların sıkıntılı ruh hallerinin tasvir edildiği bölümlerdeki karmaşıklık, bilinen bir durumdur. üstelik, bu yetmezmiş gibi yazarlar; bu bölümleri, süslü-püslü, incir reçeli kıvamındaki cümlelerle bezeyip okuyucuya sunmaya da pek bir bayılırlar.

    zavallı okuyucu! gücünün yettiğince kendisine kurulan bu tuzaklardan kurtulup olayın özüne vakıf olmaya çalışırken, bir de yazım hataları ve üzerine-üzerine devrilen cümlelerle baş etmeye zorlanırsa, bıkar ve kaçar!

    "...cansu, kadına doğru düşe savrula koştu, yardım etmek istiyordu. uzatıverdi elini. elleri kirlendi. çamurdan bir tokat yedi. benden nefret ediyor, diye düşündü. ve kadın bunu söylediğinde koca bir şehrin çamuru bir anda akmaya başladı..."

    yukarıdaki metni birlikte anlamaya çalışalım;

    - cansu, kadına doğru düşe-savrula koşuyor ve yardım etmek istiyor. problem yok!

    - ellerini uzatıyor ve elleri kirleniyor. bu nasıl oluyor? kadının eli mi kirli yoksa, cansu elini çamura mı uzatıyor da kirleniyor; meçhul.

    - çamurdan bir tokat yedi. elleri çamurlu olan kadın mı tokat attı? yoksa, çamurun kendisi mi tokat olup yüzünde patladı? müphem.

    - benden nefret ediyor diye düşündü. evet de kim düşündü? tokatı yiyen cansu'nun düşünmesi normal olan ama sonrasında "kadın bunu söylediğinde" deniyor. bunu söyleyen kadın ne söyledi? kendinden nefret ettiğini mi? kimin? tokat yiyen cansu'nun mu?

    yazar, eserini kaleme alırken; okuyucunun, dayanma sınırlarını zorlamamaya özellikle dikkat etmeli, bir kısmı gerçekten öyle olsa dahi tümünün mazoşist eğilimlere sahip kişiler olduğu kanısına asla kapılmamalıdır.

    - şöyle düşünün! çok karmaşık ve alabildiğine süslenmiş bir cümle kurdunuz;

    "...bir çığlık duyuyordu* derinlerden. arkasına döndüğünde birini gördü. kadın, kocaman gözleriyle* çamura bulanmış elleriyle tuttuğu kalbine ağlıyordu..."

    hadi! güzel diyelim, en azından etkileyici ama okuyucuyu ne dediğinizi anlamak üzere uğraştırdınız, yordunuz, bir emek harcattınız, sonra? ne oldu o ballandıra-ballandıra tasvir ettiğiniz kadına? oysa, hikayenin kahramanını bile böylesine derin bir anlatımla sunmamıştınız bize. lunaparklardaki korku tunelinde ilerlerken bir an karşımıza çıkıp sonra kaybolan ürkütücü bir görüntü gibi girdi ve çıktı hikayeye. neden girdi? neler kattı? belli değil.

    bakın sizlere, büyük üstat'dan çukurova'da bir yağmur tasviri;

    "...Uzaktan, kuzeyden, Toros üstünden, kapkara zifiri bir gece gibi kesilmiş bir bulut geldi. Bulut bütün göğü örtmüş, dolu dizgin Akdeniz üstüne doğru sağı­lıyordu. Göğü baştan başa kesen birkaç şimşek çaktı, yeri sarsarcasına gök gürledi ve ilk damlalar iri, sıcak, tap tap diye Çukurova toprağına düştü ve her damla düştüğü yeri oydu. Sonra yalım gibi bir sıcak yel geldi. Onun arkasın­dan soğuk, buz gibi bir yel. Yağmur başladı. Gökten bir anda seller boşandı. Gökten su duvarları iniyordu.

    Koca kartal olduğu yerde ıslak, kocaman kanatlarıyla süzülüp duruyor­du. Sel gibi yağan yağmura aldırmıyordu bile..."

    yaşar kemal/ölmez otu/cem yayınevi-1976.

    ne kadar gerçek ve ne kadar yalın. sizce de öyle değil mi? yağmur öncesi sıcak yeli, yağmur sonrası serin yeli adeta teninizde duyar gibisiniz. nerede ise içiniz ürperecek, o derece gerçek.

    şüphesiz! sanat için sanat yapıyor olmak da takdir edilesidir ama yaptığınız şeyin amacını, eyleminizin niyetini açıklamak, en azından bunu okuyucuya hissettirmek şartıyla. yoksa, yaptığınız o ağır tasvirler; ağır ve hantal bir avize gibi havada asılı kalı-verirler.

    bu hikaye bana, aslında yazarın çok daha farklı ve güzel şeyler yapmak isterken, zamansızlıktan mı desem, sıkıldığından mı desem, bilmem ki ne desem! bambaşka bir mecraya girdiğini ve ortaya da böylesine tuhaf bir hikayeciğin çıktığını söylüyor.

    'hikayecik' zira, böylesine karmaşık bir anlatıma okuyucu daha adapte olup havasına giremeden hikaye bitiyor. bitiyor ama hiç bir şeyin olduğu da yok! yani kahraman kafeteryaya girmese, uyumasa, kabus görmese ve uyanmasa hikayede olan-biten bir şey yok!

    tuhaf zira, kahramanın bir kafeteryaya girip orada uykuya daldığı, bir kabus gördüğü ve daha sonra da uyandığı sıralaması yapılmasa; neresinin giriş, neresinin gelişme ve neresinin de sonuç bölümü olduğunu anlamak mümkün olamayacak.

    - sanki, pasaklı bir delikanlının yatak odasındaymışız gibi, her şey her yerde.

    neden bu kadar asabiyim?

    - kızgınım?
    - yıkıp-döküyorum ortalığı?

    elbet önemli bir nedeni var;

    - bu üslup,
    - bu boş-vermişlik,
    - bu adam-sendecilik,

    gicir bey'e ait değil, olamaz!

    - inanmam,
    - inanamam!

    - bunu yazanın, bunu da yazdığına kim inanır;

    " bu gece de yine sokaklar var gözlerimin önüne serilmiş. gündüzleri çocukların top oynadığı, manavın renkli meyve sebzelerini çıkardığı neşeli sokaklar. mecbur kalmayan kimsenin hiçbir zaman girmeyeceği, savaşın durağan hali dar ve hüzünlü sokaklar. evet, her gece... inişli çıkışlı, çiçekli, çöplü, tozlu, karlı, kaldırımlı sokaklar..."

    gicir bey/kör sevdadan topal mektuplar/söykü dergisi sayı 3 daktilo
    0 ...