dakikada bir çevirme. zırt kimlik, zırt kimlik. 15 dakikada bir kimlik mi değiştirenlerin yurdumu burası anlamadım gitti. hayır ne üst aranır, ne arac aranır, kimlikte kimlik..kimliğinde mi yazar adamın ne mal olduğu, onu da bilmem.. bir bakalır.. hıım tamam, al. o kadar istediniz verdik kimliğimizi.. biraz şüpheli yaklaşında adrenalimiz artsın demek geliyor insanın içinden.
normalinde 1 saatte alacağımız yolu, 2,5 saat olmuş hala tamamlayamamışız. ne tarafıma dönsem dağ, aracımız ha yuvarlandı, ha yuvarlanacak şose yolları, virajları, şöförümüz usta becerilerle atlatmakta. her kontrol noktasında ne işiniz var, niye geldiniz.
ulan anayasa da, attığınız insan hakları evrensel beyanamesinde yazmaz mı seyahat ozgurluğu hala niye sorarsınız; niye geldiniz, ne işiniz varı. geldik işte,aldı bir merak ulkemizin bu yerini de görelim dedik..
zor, bela neyse ki varıyoruz pulumur'e. akşam karanlığı çökmüş. ılçede tanıdığımız bir allahın kulu yok. şimdi bu saate nerede kalınır, ne yapılır. onume çıkan ilk kahveye giriyorum, uzun yol boyunca hasretini çektiğim çayı söyleyerek, kahvenin içindeki gencleri süzüyorum. hepsi birbirleriyle sesli sesli konuşuyorlar. çayımı içiyorum. kimse yadırgayan gözlerle bakmıyor, kim bu yabancı demiyor. her halimden belli o yörenin insanı olmadığım ama birisi de ne iş var diyerek sormuyor. çay boşu almaya gelen kahveci çırağına, otel olup olmadığını soruyorum. vardır ama para vermenize gerek yok, birisine söylerim kalacak yer ayarlanır size diyor. yanımda kız arkadaşım var, nasıl yani kalacak yer mi vereceksiniz ikimize. şaşırıyorum. az sonra yaşlıca bir amca geliyor yanıma; yeğen diyor, kızımızı da al bu gece bizde kalırsınız. lüzüm değilse bırakın valizleri burada, korkmayın bir şey olmaz. güveniyoruz, amcanın peşi sıra evine doğru yol alıyoruz. eve vardığımızda, uzun bir sohbetin ardından yataklarımız hazırlanıyor; soruyorlar birlikte mi yatmak istersiniz?. şaka mı bu anlamadım gitti. anadoluda pek hoş karşılanmaz diye bilirdim, bu tip şeyleri ; yaşlı amcaya'da bunu söylüyorum''oğlum burası dersim ''diyor, anadolu değil.
gercektende sarp dağlarıyla, hep irtibatı kesik dersimin, anadoluyla. hatta ülkenin her yanı savaş alanıyken, uğramamış buraya işgalciler. ne yana baksam sarp, gecit vermeyecek kadar yüce dağlar. kendi içinde, örfü ile kültürü ile yaşayarak gelmiş bu gunlere kadar. kimsenin kimseye karışmadığı bir yer burası. asla turkiye'ye benzemeyen, kendi içindeki kültürle yaşamın kurallarının koyulduğu bir yer.
avrupa metropellerinde göremeyeceğim rahatlıkta kızları, hiç mi bir erkek dönüp bakmaz laf atmaz. sıcağın ortasında neredeyse bütün bedenleri açıkta halbuki.
erkekler, hep kadınların arkasında. ılla kızlar değerli burada. onların aklı daha makbul gecmekte. herkes sizinle oturuyor,konuşuyor anlatıyor sonra cekip gidiyor. yabancı olmadığınızı veriyor size buraların insanı; sanki yıllardır bir arada yaşamışcasına mutlaka ortak üzerinde konuşabileceğimiz konulardan konuşuyoruz.
doğa gördümde boylesine ilk defa rastlıyorum. çıldırmak üzereyim rabbim. bunlar senin ellerinden çıkmadan mumkun olamaz. butun renkleri, bütun incelikleri buraya mı bağış ettin. her yanında farklı bir bitki, hala keşfediliyor,köylüler bile sayısını bilemeyecek kadar çeşit türü.ırem bahçelerinin tasvirini mi veriyorsun kullarına, gidin bakın cennetin bir benzeri mi demeye getiriyorsun.
onlarca su yatağı gördüm, böylesine akanına rastlamadım. onlarca gözeden, sanki yaşam pınarlarını boşaltır gibi akıyor suyu munzurun. şu soğuk akan suyunun hurmetine; eğilip fısılda bana güzelliğinin sırrını munzur dedikçe, güzelleşmekte.
vadi ortasında su gözeleri, yüzlerce rengarenk bitki turu, hayvan uğultuları...ağlamamak elde değil. hiç bir yerde bu denli beyazına bürünmez bulutlar, delirerek esmez rüzgar. tabiat bayrağını bu topraklar mı tutar.
dumanlı dağların ardı neresi. sis kalkmaz mı o tepelerden. ceylanlar sekerek, ince zarif ayaklarıyla ürküsüzce suya inip, ormanın kuytuluklarına nasıl güvenle, korkusuzca gitmekteler..keklikleri görüyorum, kanım çekiliyor.. vadi koyaklarına süzülen ağıtlar sızıyor. dağı, taşı, topragı armonisiz koymamak için. bereketi artarmış, müziği duyunca bu yerlerde doğanın.
şarkılarınızla mı beslediniz bu toprakları, bu doğayı, bu içinizdeki insanlığı. o ağıtlar mı bunca güzelliğin esrarı. nereden ögrendiniz doğayı ezgisiz bırakmamayı, onunla beslemeyi. incelik dedikleri bundan öte ne olabilir...
at kalbim durma zamanı değil, bedenim karşı dağların dikliğine imren, dön hayat sor şimdi bana; ne olmak istersin diyerek...
tunceli topragına at beni ,ceylanların su yollarına taş yap beni, kara kaşlı karagözlü sedef dişli, dik gögüslü kızların saclarına sardıkları ceviz kabuğu yap beni. al tanrım aklımı, şu vadi içinde delirerek ,taşa, topraga saygısını kaybetmeden ağıtlar yakan yap beni.