yurt kitap yayın tarafından basılan ve fevzi yetkin ile mehmet tanbogan tarafından hazırlanan eser..
12 eylul dönemi diyarbakır cezaevinde siyasi mahkumlara uygulanan baskıları aktaran eser,esasında bu uygulamaları protesto için 18 mayıs 1982 * tarihinde bedenlerini ateşe veren ferhat kurtay, esref anık, necmi onen ve mahmut zengin'in direnis dolu oykusunu islemektedir.
kitapta, diyarbakır cezaevinde tutuklu bulunan mahkumların o anki ruh durumları ile ilgili yer alan paragraflardan cezaevinin içerigi ile ilgili net bilgilere sahip olmamıza yaramakta.
'' yarabbim ben nereye düsmüsüm? cehennemin hangi tabakasındayım? allahım eger burası bir cehennem ise nasıl bu kadar zalim olabilirsin? yok eger burası 5 nolu diyarbakır e tipi cezaevi ise bu kadar zulme nasıl tahammül edebiliyorsun? diye sorar. (sayfa 69)''
yine bir baska mahkum öldügüne inanmakta ve dünyada isledig günahı bedeli olarak kabir eziyeti çektigini sanmaktadır.yaşananların gerçek yaşamda olma olasılığının mümkün olmadığı düşünüldüğünden tutuklular ye öldüklerini , ya da kötü bir rüyada olduklarını sanırlar. yazar kitabın bir diğer sayfasında insanlar vardı, ama insanlık yoktu burada. diyerek (sayfa 73 ) tüm bu vahşet günlerini adeta tek bir cümlede özetler.
insanlık onurunu yerle bir eden uygulamalar devreye sokulurken,dunyanın bildiği işkence sistemlerinin yanında cezaevi müdürü esat oktay yıldıran 'ın turk usulu dediği işkence yöntemleri de denenmektedir.
bu atmosfer içeresinde, önce mazlum doğan ardından, dörtler olarak kabul edilen mahkumlar birer birer kendi bedenlerini feda ederek zulmun çemberini yarmaya çalışmışlardır.
eserde mahkumların kendi bedenlerini yakma anı şu şekilde aktarılmaktadır.
33. koğuş: 18 mayıs 1982
gece saat on. bu gece kimse uyumamış. yasaktı bu saatte yatmamak! ama dört kişi dörtlerin gecesini böyle ayarlamış! birinin adı ferhat kurtay`dı. elektrik mühendisiydi. orta boylu, mavi gözlü, güler yüzlü biriydi. o gece üzerinde beyaz yakasız bir gömlek, siyah bir pantolon vardı. yüzü her zamanki gibi güleç, gözleri ise ışık saçıyordu. ikincisinin adı nemci Önerdi.
Çermikliydi, bu delikanlı. boylu poslu sayılırdı. ferhat`a göre daha uzundu Üçüncüsüne mahmut diyorduk. kütüğe, mahmut zengin diye yazılmıştı siverekte. dördüncüsünü eşref! diye çağırırdık. viranşehirde kütüğe yazılırken bir de anyık yazmışlardı. yoksul sayılırdı ailesi, yüreği zengin olsa da. mahmut ve eşref devrimciliğin gizemini ferhat tan öğrenmişlerdi.
ferhat ise mazlumun yaktığı ateşin öyküsünü mazlumların direniş kitabından okumuştu. dört arkadaş her şeyi konuşmuşlardı. bu gece bir şölen yapacaklardı, koğuşta ne var ne yok hepsini tutuklulara yedireceklerdi. herkes bağdaş kurunca, her şey sofraya serilmişti. Şiirler okunmuş, yemekler yenilmişti. ateş yolcusu dört devrimci en sevdikleri eşyalarını arkadaşlarına hediye olarak vermişti. eğer bir gün ölür veya öldürülürlerse ne yapmaları gerektiği konusunda son sözlerini desöylemişlerdi. bedenleriyle isyan ateşini yakacaklarına ilişkin hiçbir kimseyi kuşkuya düşürmemeye özel itina göstermişlerdi. nihayet geç saatlerde herkesi uyutmayı becermişlerdi gecenin gidişi, şafağın gelişiydi. ferhat geleceğe yazdığı mektubunun son satırlarını yazıyordu.dört can isyan ateşçisi tinerleri ranzaların altından çıkardılar. koğuşun orta yerinde bağdaş kurarak tinerle yıkandılar. yüz yüze, diz dize durdular.
ferhat kurtay elindeki kibrit kutusundan bir kibrit çıkardı. kibrite bakınca daldı. necmi Öner: ferhat abi daldın! deyince dört kibrit birden çaktılar. pimi çekildi isyan ateşinin. alev dört bedeni değil, bir zulüm kalesini yakıyor gibiydi. yataklarından fırladı tutuklular. korku..kaçışma..telaş..feryat;bidon bidon sularla ateşi söndürmeye çalıştılar. alevlerden sesler yükselir:ateşi söndürmeyin! alevleri yükseltin! alevleri yükseltin!!!alevler içende bedenleri görürler. ateşin isyan olduğunu onlar çok iyi bilirler. dört bedeni korkuyla telaşla söndürmeye çalıştılar.ve dördünü yan yana yatırdılar. telaşlı, gözleri ağlamaklı tutukluların arasından bir tutuklu, yerde yatan ferhat kurtay`ın yanına yanaştı.23 yaşlarında, orta boylu yakışıklı bir gençti. Üzerinde lacivert renkli bir eşofman vardı. adı selim dindar dı. ferhat hemşerisi ve dert ortağıydı. selim ferhat a doğru eğilerek kürtçe: mamostê min tiştekî bêje! (hocam bir şeyler söyle) dedi. ferhat hemen selim i sesinden tanıyarak. sanki kenetlenmiş dişleri arasından, tıslar gibi bir sesle,zorlukla wî stranê (o türküyü söyle) dedi.
selim göz yaşlarını tutamadı, ferhat ın başının yanına oturdu, elini kulağına götürdü, avazı çıktığı kadar yüksek bir sesle ve ağlayarak, ferhat`ın sevdiği (sewdaliye) türküsünü güzel sesiyle söylemeye başladı. bu manzara karşısında üzerinde gece elbiseleri olan, hüngür hüngür ağlayan 45 e yakın tutuklu can çekişen arkadaşlarının etrafında oturup, derin bir sessizlik içinde selim dindar ın söylediği türküyü dinlemeye başladılar. selim in bakışları arasıra ferhat ın yüzünde dolaşır. ferhat tebessümleri ile selim i teselli etmeye
çalışır, yanaklarından etler dökülür.hayli uzun olan türkü bitince, bütün tutuklular ayağa kalkar.bir ses, korku yüklü bir heyecanla! dikkaaaaaatdiye bağırır.gelen yüzbaşı esat oktay yıldırandır. esat can vermiş bedenlerin başında dikilir: koğuş gardiyanı! kim bunlar?
komutanım, en baştaki ferhat kurtay
tamam evladım anlaşıldı diyor esat
bir sigara tüttürüyor ve hiçbir şey konuşmadan çekip gidiyor. esat isyan ateşinin, mazlum doğan'ın yaktığı ateşin, zulmün içine düştüğünü görmüştü. Şimdi de ferhat, hem ölümü hem korkuyu öldürmüştü. acaba ben, yakılan iki şeyin toplamı mıyım? diye düşününce heyecandan terliyor. bunlar nasıl insanlar? nasıl bir iradeye sahiptirler? bu insanlardaki iradeye şaşıyorum diye mırıldandı.