hayat sanal ölüm gerçek

entry2 galeri
    1.
  1. Ölüm, her şeyin adeta bir oyuna ve eğlenceye dönüştürüldüğü sanal alemde de var. Teorik olarak bildiğimiz ama bununla ilk kez yüzleşinceye kadar gözardı ettiğimiz bir şey bu. Benim yüzleşmem ilk kez bir fotoğraf sitesinde, fotoğrafı hakkında kendisine küçük bir kaç not ilettiğim bir kullanıcının, bundan birkaç gün sonra bir trafik kazası sonucu ani ölümüyle gerçekleşmişti. Dört beş yıl önce oldu bu olay ve benim için gerçekten sarsıcı bir tecrübeydi. Tanıdığım biri değildi, fotoğraf makinesiyle akıp giden zamanın bir 'an'ını dondurmuş, o 'an'ın fotoğrafını hayat albümünde görünür hale getirmişti. Hayatın o karesi üzerinde karşılıklı birkaç kelam etmiş, fotoğrafın o 'an'ı yansıtmaktaki etkisi üzerine hissettiklerimizi aramızda paylaşmıştık. Binlerce yıllık zaman yolculuğu içinde ikimizin hayatlarının yegane temas noktasıydı bu. Birkaç gün sonra o aniden ölüverdi, ben de her insanın karşısına başka bir yüzle çıkan ölümü onun hikayesinin keskin bir kavşağında bilmemkaçıncı kez yeniden tanımak durumuyla karşı karşıya kaldım.

    Ölüm böyle bir şey; içimizin derinliklerinde bir ömür boyu, biraz merak ama çokca da tedirginlikle beklediğimiz halde, onunla her karşılaşmamız bizim için 'beklenmedik' bir buluşma oluyor. Her can için ölümün mukadder olduğunu biliyoruz elbet; ancak ayaklarımız dünyaya o kadar dolaşmış durumda ki bunun kendi gerçekliğimizin de bir parçası olduğunu tam olarak hiçbir zaman idrak edemiyoruz. Ölümün bir başkasının dünyadaki hikayesini sona erdiren çıplak gerçeğiyle yüzyüze gelinceye kadar... Bir başkasının ölümü, bundan ne kadar kaçınmaya çalışsak da gelip bizim üstümüze de siniyor çünkü.

    Adı 'sanal' olan ve bir yönüyle insanların gerçek hayatlarındaki ağırlıklarından kurtulmak ümidi ve maksadıyla sığındıkları bir 'alem'de ölüm içimizin hangi teline dokunuyor peki? Öyle ya yapılan, söylenen, hissedilen hemen her şeyin temel niteliği sanal oluşu orada. Ölüm o kadar sert bir gerçek ki, bu sanal zeminin onun ağırlığını çekemeyeceğini düşünüyor ilk başta insan. Yeni insanın sanal ve gerçek olan arasında salınıp duran yeni bir kimliği var artık. Modern zamanları bu trajik ikilemden kopararak düşünmek neredeyse imkansız. Dolayısıyla hayata bir sanal yüz icat ettiğimiz gibi, ölüme de sanal dünya içinde uygun bir mezar yeri açmamız gerekiyor. Mezarlıkları şehirlerin dışına atmakla ölümü gerçek hayatın ücrasında görünmezliğe mahkum edebileceğimizi sandık. Şimdi aynı beklenmedik misafir sanal alemin kapılarını çalıyor.

    Hayata veda etmiş kullanıcılar, şimdilerde sanal alem mühendislerinin üzerine kafa yordukları meselelerden biri. Çeşitli milletlerden beş milyonu aşkın facebook kullanıcısının artık hayatta olmadığı tahmin ediliyor. Buna twitter ve diğer sanal 'tabiiyetler'i de eklerseniz, epeyce büyük sanal mezarlıklara ihtiyacımız olduğu ortaya çıkar. Ölmüş kullanıcıların sanal kimlikleri yakınlarının ciddi uğraşları olmadıkça silinemiyor, sanal ülkelerde yaşamaya devam ediyorlar. insanlar onlara mesaj atabiliyor, arkadaşlık talebinde bulunabiliyor, onları hala bu sanal döngünün içinde zannedebiliyor. Yani sanal alemde cenaze, gerçek hayattaki kadar ivedilikle kaldırılamıyor.

    "insan öldükten sonra bütün bunların ne önemi var?" diye düşünülebilir. Doğru, ölen için bir önemi yok. Biz de zaten yaşayanlar olarak dertleşiyoruz burada. Hani sanal olana kapılıp da ölümün gerçekliğini unutmayalım diye. ister sanal ister gerçek, vaktimizi hangi alemde değerlendiriyor ya da zayi ediyor olursak olalım nefeslerimiz sayılı çünkü; limitsiz bağlantı diye bir şey yok bu dünyada insanlar için!

    (bkz: gökhan özcan)
    0 ...