Şu şekilde örneklenebilir:
Uyarı: Örnekler çok çarpıcı olup çocukluğunuza götürebilir. Okuyun, okutturun.
- Hugo ve Tolga Abi: Kendimiz küçücüktük ama , dünyamız kocamandı o zamanlar. 5 duyumuz vardı, ama herkesten daha içli, daha hisliydik aslında. Kendimiz olmasak da başkalarının mutluluklarını heyecanla izliyorduk, ya da birileri izletiyordu. Hugo dan bahsediyorum evet. Hugo ve Tolga abi"Telefon faturası da neymiş" diyerek çocukları için hugo yu arayan anne babalara hayran kalır, kendi anne babama kızardım. Bazıları arardı oynayamazdı bile. Tüm haklarını anında bitirirdi. Kimisinin tuşları bip sesi çıkarıyor taramalı gibi ses çıkarıyordu. Onlar ise oynayamıyordu nedense. Biz hiç arayamıyorduk. Üstelik bizim telefonun tuşları taramalı gibi olandan bile değildi. Bizim telefon çevirmeli telefondu. Tuşları bile yoktu. Arasak ne değişirdi ki? Kimisi arardı, birinci olurdu, onlara hediye gönderilirdi. Ne şanslı çocuklardı onlar. Derken bir gün bir çocuk hugo ve tolga abi ye küfrederek intikamımı alıverdi. Tolga abi de defoldu gitti.
-Şifreli kanal: Hugo paralıydı evet, telefon etmek gerekirdi. Çizgi filmler de mi paralıydı sanki, televizyonu açtım, daha önce hiçbir yerde görmediğim bir çizgi film yayınlanıyordu. Çok sevmiştim. Heyecanlanıyordum ama, görmeniz gerek. hoplayıp zıplarken, bir de baktım, birden bire ekran karıncalarla doldu. izlediğim kanal, şifreliymiş. düz antenden niye yayın yapıyorlarsa, amaçları sadece imrendirip çocukların kalbini kırmaktı ve çocukların kalbini kıran herkes ölmeliydi.
-Atari Adaptörü: Neyse ki akrabamız çoktu memlekette. Sık sık ziyaretlere giderdik onları. Bir akrabamıza gittik. bisiklet desen on numara. şortlar şapkalar fiyakalı (bu kelimeyi de cümle içinde kullandım ya artık ölmem). oyuncaklar falan hepsi o biçim. Atari eksik miydi peki? Tabiiki hayır. Atarileri vardı lan, zenginliğe bak! Atari kasetleri 9999999 in 1 şeklinde olan adi kasetlerden de değildi. Çok acayip oyunlardı. "Dur ben oynayayım sonra da sana vereyim" dedi piç! Sabrettim, izledim, izlerken de eğleniyordum, nasılsa sıra bana gelecekti. Üstelik nasıl oynayacağımı öğreniyordum. Tam sıra bana geldi, "Hı? Bakıyım, aa adaptör ısınmış" deyip topladı. Bu hissi bir kere daha yaşamıştım, dondurmam elimden yere düştüğünde. Bense geldiğinde tüm oyuncaklarımı ona verirdim. Gün sonunda ise ağlayarak bir oyuncağımı bırakmaz ve yanında götürürdü aynı çocuk.
-Sünnet olmak: derken en büyük abim evlenecek diye sünnet ettirelim de aradan çıksın dediler benim için. Nasıl bir şey olduğunu tahmin edebiliyordum. Hayatımın en karanlık günlerini yaşadım. Hüngür hüngür ağlarken, ağzıma basılan lokumlar kadar büyüktü hissettiğim acı.
-ilkokul Muayeneleri: Biraz daha büyüyüp okula gitmeye başladım. Okulda birinci sınıfa yeni yeni alışmışım. Sıra arkadaşımla her gün birbirimizi tokatlıyoruz yani o derece. Zehir gibi bir çocuktum, doğrudan 2. sınıftan başlatmayı düşünmüşlerdi. Derken bir gün doktor amcalar girdi içeri. Tüm kızları dışarı çıkardılar. Erkekler içeride bekliyorduk ne olacak diye. Sonra sırayla çağırmaya başladılar bizi. Açtık hepimiz sırasıyla ve sıra bana geldiğinde birisi testis lerime dokundu şöyle bi. Sorarım yani nasıl bir mantık. 20 tane küçük çocuğu sırasıyla soyundurup herkesin ortasında inmemiş testis muayenesi yapan zihniyet psikiyatri konusunda da o derece yetenekli mi? düşünceli mi?
-adam olacak çocuk: Televizyonu çok severdik. Seksenli yılların başında giderek yaygınlaşmakta ve ilgi çekmekteydi. chp nin tek parti dönemi gibi, tüm kanallar trt ye aitti o dönemler. bir başka gece, susam sokağı, doğru ahmet ile bay yanlış gibi programlar vardı evet, ama içlerinden bir tanesi vardı ki, adam olacak çocuk diye, beni kilitlerdi resmen. Programı yayınlandığında kendimizi ekranda yayınlanan çocuklarla yarıştırırdık. konuşmaktan haberi olmayan embesil çocuklar bile oraya çıkabilmişti ancak, ben oraya çıkamıyordum, bunun için fırsatım yoktu. Program bitiyor, çocukların öküz gibi şişman olanına da güzel kız çocuklarına da oyuncak seçme hakkı verilirdi, ekrandan bir oyuncak seçerdim, kimse seçmezdi bile onu. O seçilmeyeni bana da göndermezlerdi. Haksızlıktı bu başka bir şey değil. Diş fırçası dağıtırlardı. Kendi fırçama bakardım, dede fırçası gibi tek renkli banat. Orada rengarenk diş fırçalarını görürdüm. Üzülüyordum, başka çocuklar kadar şanslı olamayışıma.
Hepimiz çocuktuk, hepimizi üzdüler, kalbimizi kırdılar. Ve çocukların kalbi kırılırsa, asla düzelmez.