vapuru 1 dakikayla kaçırmıştık.. bir sonraki vapur da yarım saat sonraydı. zamana riayette dünya çapında bir adam olan ben, bu durumu kendime yediremiyordum. hiç bir yere geç kalamazdım!! ama o'nun yanında erkekliğe de bok süremezdim..
"yaa tüh kaçırdık" dedi bana.. rahat olmalıydım. hemen çözüm bulmalıydım! "olsun biz de oturur muhabbet ederiz nolcak?" dedim. zaten sevgi dolu olan zeytin, hemen bu sıcak teklifimi kabul etti ve geçtik içerideki banklardan birine oturduk. gelip geçen hatunları kesmeceler, yorumlamacalar.. arkadaşların aşklarını irdelemeler.. murtaza'nın gariplikleri.. yusuf'tan gelen telefon derken bir baktık ki, vapurumuz yanaşıyor bile iskeleye.
onun yanındayken, zamanın farkında olmaksızın geçtiğini ilk defa o zaman anlamıştım. biz sabit dururken zaman çok çabuk geçiyordu. hareket ederken normal akışına dönüyordu ama sabitken çok hızlıydı. anlayamıyorduk geçen saatleri. ama en çok da hızlı geçen zaman bize keyif veriyordu. çünkü harala gürele koşuşturmacadan bir şey anlamıyorduk. başımıza gelen tüm kötü şeyler hareket ederken oluyordu. hareket ederken bırakıyorduk birbirimizi orta yerde. hareket ederken yemiştim yumruğu tophane'nin ortasında. hareket ederken batmıştı moda'daki yalının demiri zeytin'imin ayağına..
biz sabit durmalıydık.
hemen bir yer bulduk vapurda ve oturduk. sabit duruyorduk. gizli anlaşmayı ihlal etmemiştik. sarıldık ve dünyanın halinden dem vurmaya başladık. sonra oturduğumuz yere 4 tane alman hatun geldi. biri oldukça yaşlıydı gerçi, hatun demem yanıltmasın. ama bize vapurdan aldığı bisküviden ikram etti. zeytin bunu, kadının iyi bir insan oluşuna, almanya'dan medeniyet getirdiğine yordu, ben ise tipik bir turist iyimserliğine.. sonra zeytin, öyle bir almanca konuşmaya başladı ki, orada bir kez daha aşık oldum ben ona. kelimeler ya da sesleri takip etmiyordum. sadece konuşmasını izliyordum onun.. kendinden o kadar emin ve o kadar rahat konuşuyordu ki, bu kızda hakikaten gizli bir karizma varmış dedim içimden. ellerini tuttum, saçlarını okşadım o konuşurken..
vapurdan inmiştik. bir sonraki sabit durağımız olan faytona doğru hızlıca yol alırken, büyükada'nın o dünya halinden uzak havası içimize sinmeye başlamıştı yavaş yavaş. cüzdan siken faytoncuların ağına düşmüştük ama yapacak bir şey yoktu. o kadar yolu sabit gitmek için tek yol buydu. durmak yoktu. yola devamdı..
aya yorgi'ye çıkan yokuşa geldiğimizde fayton durdu. o sonu görünmeyen devasa yokuşun başındaki tabelada "sakın erkekliğe bok sürme!!!11" yazıyordu. nedense zeytin bu tabelayı aya yorgi diye okumuştu. çok garip insandı bu zeytin. akıl sır erdiremiyordum bazen ona. bir keresinde de renkli rüyalar oteli'ni cağaloğlu anadolu lisesi diye okumuştu ama doğrusunu söyleyip bozmak istemedim o zaman da. ne de olsa zeytinimdi o benim. çok seviyordum onu..
yokuşu dinlene dinlene tırmanırken bol bol fotoğraf çektik. zeytinimi kucağıma aldım erkekliğe bok sürmemeyi bir adım daha ileri taşıyarak. erkekliğe cila çekmiştim! ama o cila götümden akan ter olarak geri dönüyordu bana. zeytin ise bunun farkında mıydı, bilemiyorum. ama bildiğim bir şey vardıysa, o da zeytinim'in halinden oldukça memnun olduğuydu.
kiliseye kadar çıktığımızda hava kararmaya başlamıştı. uyduruk dürbüne bozukluk atarak diğer adalardaki insanları dikizlemeye çalıştık ama amacımıza ulaşamadık, çünkü dürbün bozuktu. 1 tl'miz boşuna gitmişti! bunun hesabını kim verecekti?!? dövlet bize bagmiyirdi! zoten o dövlet bizi o gaddar yürütmişdi. vay hominigidi vay!
hiç huyum olmamasına rağmen (bak bak bak huyunu sevsinler senin) kilisede muhtelif dileklerle mum diktik papazın kumuna. sonra kilisenin o içindeki mutlak sessizlikte sevişmek geçti aklımdan. çok fantastik olurdu eminim. (ahah, bunu bir daha ki sefere yapmalıyız evet!) kiliseden çıktıktan sonra kır gazinosu tadında bir müesseseye vurduk kendimizi. üstü kapalı 8-10 masalı bir çay bahçesi tadında seyir mekanı. istanbul manzarasını izlemek için çok güzel bir yer. ambiyansı bile romantik bi kere! geçtik zeytinimle oturduk hemen sobanın yanına. kahvelerimizi yudumlarken geçen zaman, yine hızlanmaya başlamıştı. radyo da bizim lehimize çalıyordu. zeytinim kucağımda büzülmüş bir şekilde otururken ettiğim muhabbet, hayatımın en anlamlı muhabbeti gibi geldi bana. birinci slow şarkı şaşırtmıştı. ikincisi ise artık bunun bir işaret olduğunu anlamamı sağladı. üçüncü slow şarkıda ise artık zamanı gelmişti. hayatımın kadınına, hayatımda ilk defa bir kadına, diz çökerek "benimle dans eder misin" dedim ve gecenin rüya kısmı başladı. sarıldık. dans etmeyi bilmememizin hiç bir önemi yoktu. ayaklarımıza basmamızın da imkanı yoktu. ayaklarımız yere değmiyordu ki.. *