insan olanı %1'i biyolojik olup, geri kalan kısmı toplum tarafından belirlenen kurallar silsilesinin oluşturduğu cinsiyettir.
Hayvanlar dünyasından farklı olarak insanlarda, erkeklik ve kadınlık özelliklerini büyük oranda toplum belirler; böylece cinsiyet ve bunun izdüşümü olan her şey toplumsal cinsiyetin inceleme alanına girer (bkz: toplumsal cinsiyet).
Erkek-egemen toplumlarda erkek kadından üstün tutulur. Bu düşünceye dayanarak, toplumun erkek cinsiyete dikte ettiği birtakım düşünce, tutum ve davranışlar erkeklerin çevrelerinde onaylanabilir olmaları için zorunlu kılınır. Bu durum, bir noktadan sonra doğal kabul edilmeye başlanır; hatta doğada da böyle olduğu düşünülür. Halbuki durum tam tersidir.
Ataerkil toplumlarda erkek olmak, kadın olmanın tam tersi olarak düşünülür. Buna göre: erkek olmak için kadın olmamak, kadın gibi olmamak şarttır! Erkek olmak = kadın olmamak, kadın gibi olmamaktır. Bu da toplumların kadınlara uyguladıkları toplumsal cinsiyet rolleri yadsınarak ve dişil olan her şey ötekileştirilerek yapılır. Empati kurmamak esastır. Bunun başladığı anda erkeklik özelliklerinin yiteceği düşünülür (bkz: erkeklerin kadınları anlamaması). Devlet, aile gibi kurumlar da bunu destekler. Dişil olan her şey küçümsenir, aşağılanır, küfürlerin öznesi yapılır; alaya alınır. erkek, bu şekilde kadına olan üstünlüğünü (?) ve erkek olduğunu hem kendine, hem de çevresine ispatladığını düşünür. Kadınsı olmaktan kasıt yalnızca kadınlık durumu değildir; kadınsı olan erkekler de bu ötekileştirme alanına girer. Erkek için kadınsı olmak başlıbaşına yok sayılması gereken bir şeyken, kadınsı bir erkek (eşcinsel, gay ya da transseksüeller) başlıbaşına bir felaket, hatta yok edilmesi gereken bir türdür.
Örnek olarak: Öküz ve boğa aynı hayvan olmasına rağmen toplumun bir kısmı bu gerçeklikten habersizdir. Boğa kutsanan bir hayvanken, öküz bir o kadar aşağılanmaktadır. Oysa ikisi aynı hayvan olup, öküz boğanın hadım edilmiş hali olmaktan başka bir şey değildir. Bu bir bakıma da erkeklerin iğdiş edilme korkusunun dile yansıyan kısmıdır. iğdiş edilmek, başlıbaşına erkeklik özelliklerinin kaybı anlamına gelir ve tüm erkeklerin en büyük korkusudur.
Toplumların uygarlaşmasında erkeklerin eğitilmesi, tam tersine kadınların eğitilmesinden daha büyük bir önem taşımaktadır. erkeği eğitmek kadını eğitmekten daha gerekli ve gerekli olduğu kadar zor ve çetrefillidir. çünkü erkeğin doğası barbardır ve şiddet yanlısıdır; ancak toplumsallaştırılarak ve birtakım yasaklar getirilerek bu özellikler minimuma indirebilir. Bu ise sistematik bir eğitimle mümkündür. Erkeği destekleyen ve kadını arka plana iten ataerkil toplumlarda bu eğitim daha da imkânsızlaşır. çünkü vahşi erkek davranışları ve çarpık düşünce sistemi, toplum tarafından kabul görmekte ve normalleştirilmektedir.
Erkek, toplumsal kurallara görünürde uyum sağlayabilir. Ancak bu, toplum içinde uyumlu görünen erkeğin gerçekte de böyle olduğu anlamına gelmez. Velhasıl erkekler mükemmel birer oyuncudurlar; içine girdikleri kabın şeklini rahatlıkla alırlar ve her konuyu kendi lehine manipüle etme yeteneğine sahiptirler. Toplumsal ilişkilerde bu dikkatli bir gözlemle fark edilebilir (bkz: ortamdaki kız gidince değişen muhabbet). Erkekler kadınların karşısında -genellikle- toplumsal normları uygulasalar da gerçek yüzleri birbirleriyle başbaşa kaldıklarında gözle görülür hale gelir. Tüm ilkel benlik ortaya çıkar ve Kadınları son derece aşağılayan, kadın cinsiyetine doğrudan yapılan hakaretlerde bulunurlar. Bunun başlıca sebebi, ancak böyle düşünüldüğü, konuşulduğu sürece erkek olunduğunu düşünüyor olmalarıdır. Gerek aile, gerek yaşanılan çevre, alınan eğitimin niteliği erkeklerin bu çarpık zihniyetini bir nebze değiştirebilir; ancak toplumumuzda erkeklerin geneli bu zihniyete hapsolmuş bir şekilde yaşamaktadır.
Bundan daha korkuncu ise bu zihniyetin kadınlara da kabul ettirilmeye çalışılmasıdır (bkz: ben erkeklerle daha iyi anlaşıyorum diyen kız). Ne yazık ki bu kadınlar erkeklerin ekmeğine yağ sürdüklerinin farkında değildir. Böylece bütün toplum kadın düşmanı, misojinik bir yapıya bürünür. Kadınlar birbirlerine düşmanca tavırlar geliştirir; erkekler ise bu durumdan nemalanır.
" Kadınları aşağı, asalak bir sınıf olarak tanımlayan erkeklerin yönettiği bu toplumda, herhangi bir biçimde erkek onayı kazanmayı başaramayan bir kadın mahvolmuş demektir. Varlığını haklı çıkarabilmek için bir kadının, "kadından öte" biri olması gerekir; aşağı bir varlık olarak tanımlanmaktan kurtulmak için, kadın hiç durmadan bir çıkış yolu aramalıdır. Böylece kadınları, kendilerini birey olarak dışında bırakıldıkları sürece, bir sınıf olarak kadınların aşağılanmasına karşı çıkmamaları gibi acayip bir durum doğar (bkz: kadın kadının kurdudur). Bir kadın için en büyük aşağılanma, onun "kadın gibi" olması, başka bir deyişle kadından başka bir şey olmamasıdır; en büyük övgüyse bir erkek kadar zeki, yetenekli, onurlu ya da güçlü olmasıdır. Aslında ezilen sınıfların üyeleri gibi kadın da kendine benzeyenleri aşağılayanlara katılır; başkalarına, bir birey olarak, kendisinin ötekilerden üstün olduğunu göstermeye çalışır. Böylece bir sınıf olarak kadınlar birbirlerine düşürülmüş olur (bkz: böl ve yönet). "Öteki kadın" erkeğin karısının "onu anlamayan bir cadaloz" olduğuna, erkeğin karısıysa öteki kadının erkeği "sömüren bir çıkarcı" olduğuna inanır - bu arada gerçek suçlu, gizlice paçasını sıyırıp istediği gibi yaşar." (bkz: Shulamith Firestone), (bkz: Cinselliğin Diyalektiği)
Yukarıda yazılanlar sanılmasın ki yalnızca türkiye'ye özgü erkek davranışlarıdır. Dünyanın genelinde, en uygar geçinen ülkeden en geri kalmışına dek erkekler böyle düşünüyor ve böyle davranıyor. Yalnızca son 6000 yıldır dünyaya egemen olan ataerkil sistem, türkiye'ye özgü değil; tüm dünyada şu an hüküm sürmektedir. Kadının özgürlüğü için yapılan savaş tüm dünya kadınları için eşit derecede önem taşımaktadır.