içindeki çocuk ruhunun büyümesini engelleyerek, hayallerini gerçekliğinde yaşatmayı başarabilmiş, anılarını masallara, ömrünü efsaneye dönüştürebilmiş iyi niyetli bir insan, aşık bir koca ve sevgi dolu bir baba olan ed bloom'un bize anlattığı kendi hayat hikayesi...
babanın anlattığı gerçeklik, oğlu tarafından gerçek üstü, aşırı, abartılı, absürt ve hatta yalan olarak yorumlanıyor. o evlat, hayalleriyle süslediği anılarının oluşturduğu hafızasının, babasının hayatı için önemini ve hatta babasının benliğini oluşturan en önemli yapı taşlarından biri olduğu gerçeğini uzun bir süre yadsıyor. oysa ki hafıza, olanı olduğu gibi hatırlamak değildir ve hiçbir zaman da böyle olmamıştır. insanın sahip olduğu anılar, zamanla eksilir, fazlalaşır, değişir ve en önemlisi de insanın ta kendisi, o anıları şekillendirir. aslında, yaşananlarla değil de, yaşananları zihnimizde hatırladığımız ve anlamlandırdığımız şekilde büyütürüz bugünümüzü ve biriktiririz geçmişimizi. bir adamın hayat hikayesini, kendi hafızasının içinden dinliyoruz, onun ne yaşadığını değil de, onun nasıl yaşadığını izliyoruz: "ne kadar büyük bir dünyan varsa, o kadar büyük bir balık olursun."
izlediğimiz her görsel, anlatılan her anı, her insanın başına gelebilecek sıradan olaylar aslında; ama o olaylara ed bloom'un ruhu ve gözüyle baktığınızda, her özellik, her güzellik, her aykırılık daha fazla, daha abartılı, daha masalsı hale bürünüyor. i̇şte o ruh, sıradanlığı sıradışılığa dönüştürüyor. ed bloom, anlarını ve anılarını süsleyen, keyiflendiren, masallaştıranlardan sadece...
ve tim burton... herkes bir masal anlatabilir ve o masal, dinleyenin hayalinde kendiliğinden canlanıverir. ama bu nasıl bir yetenektir ki, bir insan bir hayali bu denli güzel görsele dökebilir, özellikle de bir gerçeğin masal halini, nasıl bu denli etkileyici ve inandırıcı anlatabilir, seyirciye aktarabilir... fantastik filmlerin adamı ve bana göre en iyisi..
mükemmel film..
- filmi ilk olarak steven spielberg çekmek istemiş ve başrole de jack nicholson'ı düşünmüş. ama takviminin doluluğundan dolayı bu iş yatmış, sonra da tim burton olaya el atmış. (iyiki de atmış.)
- yaşlı edward bloom rolündeki albert finney ile ewan mcgregor arasındaki şaşırtıcı benzerliği yapımcılar farkettiği gibi ewan mcgregor'a rolü vermiş.
- spectre kurgusal bir kasaba olmasına rağmen, jenny'nin ev tabusunda gözüken posta kodu gerçekmiş. 36104; montgomery, alabama'nın posta koduymuş.
- ed bloom'a kasabanın anahtarı verildiği sırada çalan parça the victors imiş. aynı zamanda the victors, the university of michigan ve bloomington high school north(indiana)'nın dövüş müziği imiş.
- auburn'de geçen sahneler auburn university'nin kampüsünde çekilecekmiş, fakat okul yetkilileri izin belgesi istemiş, prodüksiyonun da bununla uğraşacak zamanı olmadığından o sahneler montgomery, alabama'daki huntingdon college'de çekilmiş.
- edward bloom, kore savaşından döndüğünde üzerindeki üniformanın omuz bölgesinde 187. hava alayı muharebe timi yazıyormuş ve rakkasans olarak da biliniyorlarmış.
- josephine, edward bloom'a "fotoğrafını çekebilir miyim?" diye sorduğunda, elindeki klasik telemetre kamera, leica m6 imiş.
- filmde ashton kasabası olarak gösterilen yerler aslında wetumpka ve prattville'in karışımıymış.
- edward'ın hayalinde gördüğü filin bokunu temizlediği sahne aslında senaryoda yokmuş. film ekibi o anda bunu çok komik bulmuş ve hızlıca kameraya almışlar her şeyi.
- fransız aktris marion cotillard'ın amerika'daki ilk filmiymiş.
- spalding gray'in 2004 yılında intihar etmeden önce izlediği son filmm