tavana asılı tozlu ampulden yayılan ışığın gücü karanlık odayı loş bir hale dönüştürmeye ancak yetiyordu. anne ve babasına hitaben kaleme aldığı son mektubunun sözcükleri dışında görmeye deyecek pek de bir şey yoktu aslında. köşede, demir borudan yapılmış klasik bir karyola üzerinde bir sünger döşek, bir yastık, kıldan bir battaniye, ayak ucunda; plastik bir masa ve sandalyeden ibaretti tüm eşyalar.
" Sevgili anneciğim ve babacığım,
sizler beni bu yaşa kadar büyüttünüz ve yetiştirdiniz. Benim sizlere karşı işlemiş olduğum hataları ve suçlarımı affedin. Hakkınızı helal edin. Alın yazımız böyle yazılmış, kader ne ise onu çekeceğiz. Eğer benim günahım varsa Cenab-ı Allah'ın huzurunda çekmeye hazırım. Yok. bir yanlışlık sonucu ölümüme karar verenler, idam edenler Allah'dan bulsunlar."
mektubunun ilk paragrafını henüz bitirmişti ki iki yıl önce, hakkında idam hükmünün verildiği dava duruşmasında yaşananlar geldi gözlerinin önüne.
" ...
- dosyası incelendi, duruşmaya son verildi, gereği düşünüldü. "
mahkeme başkanı'nın bu sözlerinin ardından, hemen önündeki masada gri-siyah renkli 'brother' marka daktilonun büyük şaryosu, onu, adeta onun bir parçasıymış gibi kullanan kadın yazmanın ellerinde, bir sağa-bir sola gidip-gelmeye ve karar metnini yazmaya başladı.
" 10 ağustos 1978 günü ankara ili çankaya ilçesi balgat semtinde bulunan 5 ayrı kahvehanenin otomatik silahlarla taranması ve beş kişinin ölümüne sebebiyet verilmesi eylemi ile ilgili olarak sanık mustafa pehlivanoğlu'nun, türk ceza kanunu'nun 82/1-a maddesinde tarif olunan 'tahammüden adam öldürme' suçu, mahkeme heyetimizce sabit görülerek ölüm cezası ile cezalandırılmasına ittifakla karar verildi."
mustafa, sıkıyönetim mahkemesinin kendisine verdiği bu ölüm cezası ile iki yıl boyunca her gün, ölümün soğuk nefesini ensesinde hissederek ankara merkez kapalı cezaevi'nde yaşamak zorunda bırakıldı. 'infaz edin' emrini verecek kişilerin iki dudağı arasında geçen iki koca yıl. dile kolay, ölümden de beterdi bu bekleyiş.
bir ara, geniş güvenlik önlemleriyle korunan bu hapisaneden arkadaşlarıyla birlikte kaçmayı da denedi. ancak, kısa bir süre sonra yakalanarak tekrar cezaevine konuldu.
12 eylül 1980 darbesi ile ülke yeni bir sürece girmiş ve yönetimi elinde bulunduran askeri konsey, halk üzerindeki otoritesini kanıtlamak, bir anlamda da mevcut rejime karşı çıkabileceklere gözdağı verebilmek için yollar aramaya başlamıştı. bunun en bildik yolu, kaba tabiri ile 'iki kişiyi sallandırmak'tan geçiyordu.
darbe lideri ve konsey üyeleri, ülke yönetimini ele geçireli henüz bir ay bile geçmeden, mustafa gibi ölüm cezasına çarptırılmış, sol görüşlü necdet adalı için infaz kararı verdiler. adalı, henüz 22 yaşındaydı.
1977 yılında ankara yıldırım beyazıt lisesi öğrencisi iken ismetpaşa semtinde bir kahvehanenin silahla taranması olayından tevkif edilerek ulucanlar cezaevine gönderilmiş, yargılanması sürerken gerçekleşen firar eylemine de suçsuzluğunun nasıl olsa ortaya çıkacağını düşünerek katılma gereği duymamıştı. sıkıyönetim mahkemesi hakimi albay hamdi sevinç karar duruşmasında sanığı suçsuz buldu. ancak, mahkeme heyeti bu kararı kabul etmedi. sevinç, heyet kararına şerh koydurdu ve bu yüzden disiplin cezası aldı. kısa bir süre sonra da ordudaki görevinden istifa etti.
necdet adalı, 8 ekim 1980 günü, mustafa pehlivanoğlu'ndan iki saat kadar önce ulucanlar cezaevi bahçesinde kurulan darağacında asılarak idam edildi. ancak bu infaz tek başına, darbe lideri ve konsey üyelerinin geleceği açısından çok tehlikeli bir girişim olacaktı. zira, halk nezdinde 'adil davranıyoruz' izlenimi vermek ve bu maksatla, sol görüşlü adalı'yla birlikte sağ görüşlü ve ölüm cezasına hükümlü bir kişiyi de infaz etmek gerekiyordu. seçilen bu kişi, mustafa pehlivanoğlu'ndan başkası değildi.
mahkemenin aldığı idam kararından sonra savcılıktan gelen resmi bir yazı, pehlivanoğlu'nun olayda silah kullanmamış olduğunun kesin olarak tespit edildiğini belirtiyordu. bu gelişmenin ardından bizzat darbe liderine ulaşıldı. darbe liderinin sözleri; insanın kanını donduracak, hukuk ve yargı sisteminin varoluş nedeni olan 'adalet' kavramını ayaklar altına alacak ve bu bağlamda tarihe geçecek nitelikteydi;
" böyle bir bilgi bana da ulaştı ama artık çok geç, idamdan dönemeyiz!"
bu durum, tam da kurt ile kuzunun dere başındaki diyaloglarını andırır nitelikteydi. hani, kurdun kuzuyu yemeyi kafasına koyup suyun pınarına yakın olduğu halde kuzuya dönerek 'suyumu bulandırıyorsun' demesi gibi.
- mustafa, mektubuna kaldığı yerden devam etti.
" olanlar için kendinizi üzmeyin. cenazenin ardından ağlamak günahtır, sizden ricam ağlamayın.
sizlerle yüz-yüze helalleşmek isterdim, nasip değilmiş. hakkım varsa hepinize helal olsun, sizler de helal edin. abime, yengeme, yeğenime, bacıma selam eder onların da haklarını helal etmelerini dilerim. "
içinde bulunduğu psikolojik durumun etkisiyle artık yazmaya devam edemeyecek kadar titreyen elindeki kalemi masaya bıraktı. başını ellerinin arasına alıp o güne değin sadece gözleriyle okşayıp-sevebildiği, en fazla, küçük beyaz ellerini ve pembe yanaklarını öpebildiği nişanlısını düşündü. kendisini sevdirebilmek ve o'nun gönlünü kazanabilmek için yaptığı muziplikler geldi aklına hiç de yeri ve zamanı değilken. yüzünü tatlı bir gülümseme kapladı, doldu gözleri.
başını ellerinin arasından kurtarıp yukarı kaldırdı ve derin bir nefes aldı. isyan edesi, avazı çıktığı kadar bağırası vardı ama ardından, 'ölümden korktu da böyle davranıyor' demelerini istemiyordu. önce yutkundu sonra ard-arda birkaç derin nefes daha alarak rahatlamaya, metin olmaya ya da en azından öyle görünmeye çalıştı. yaşla dolan gözlerini ellerinin ayası ile silerek yeniden yazmaya koyuldu.
"...son olarak nişanlıma da selam eder, cenab-ı allah'ın mutlu bir yuva kurması için o'na yardımcı olmasını dilerim.
oğlunuz mustafa.
8 ekim 1980 "
infaz memuru eşliğinde, sarıklı, beyaz cüppeli, ellili yaşlarda bir hoca demir parmaklıkların önünde belirdi. gardiyan, kapı üzerine zincirle bağlı asma kilidi açtı. gecenin sessizliği, açılan kapının menteşesinden gelen ve çığlığı andıran acı bir sesle bozuldu. infaz memuru, parmaklıkların dışında beklerken hoca efendi masa başında oturan mustafa'ya doğru yöneldi. önce, tüm içtenliği ile omuzundan sıkıca tuttu ve sonra, karyolanın ayak ucuna ilişip mustafa'nın masa üzerinde duran sol elini avuçlarının içine aldı. davudi sesiyle söylemine başladı.
" mustafa... evladım... biliyorum ki inanç sahibi bir insansın ve hayatının baharında yaşadığın bunca olay seni derinden sarstı. ruhunun isyanlar içerisinde olduğunu anlamamak ve sana hak vermemek elde değil. başından beri, hakkındaki suçlamaları reddettiğini ve her fırsatta suçsuzluğunu dile getirdiğini biliyorum. bunun doğru ya da yanlış olduğunu ben bilemem ama bildiğim bir şey var ki gerçeği yüce allah ve sen biliyorsunuz. haklıysan, sana yapılan ve hayatına malolan büyük haksızlığa karşılık gittiğin yerde el üstünde tutulacaksın ama eğer masum insanların ölümünden sorumlu bir günahkarsan, bil ki bu cezanın çok daha büyüğünü orada çekmeye devam edeceksin. eğer haklı isen, senden bir isteğim olacak; giderken ardında bıraktığın ve henüz yaşama fırsatı dahi bulamadığın güzelliklerin kat be kat fazlasının seni öbür dünyada beklediğini unutma ve ölümü gerçek bir mümine yakışır metanetle karşıla. unutma! allah esirgeyendir ve bu zorlu yolculukta senin en büyük yardımcın olacaktır. "
bu sözler mustafa'nın beynine adeta bir çivi gibi çakılmıştı. hoca efendi'nin sıkıca tuttuğu sol elinin yanına sağ elini de getirdi ve her iki eliyle o'nun elini kavrayıp kaldırdı önce öptü sonra alnına koydu. birlikte ayağa kalkıp kapıya doğru yürüdüler. infaz memuru beklemesini, doktorun kontrola geleceğini söyledi ve ekledi;
- son bir isteğin var mı?
mustafa hiç duraklamadan;
- hoca efendi hep yanımda kalsın, son isteğim budur.
dedi. doktorun rutin kontrolunun ardından dışarı çıktılar. mustafa başka bir odaya alındı. görevli bir memur gömleği ve pantolonunu çıkarması gerektiğini söyledi. kendisine söylenilenleri tereddüt dahi etmeden yerine getirdi. elleri arkadan sıkıca bağlandı ve üzerine beyaz bir panço giydirildi. boynuna, kara bir tahta üzerinde adli sicil numarası, mahkeme dosya numarası ve ölüm hükmü karar tarihi ve numarası bulunan yafta asıldı. görevli iki memur sağında ve solunda olduğu halde daracağının bulunduğu avluya çıktılar. darağacının hemen karşısında, adliye görevlileri, infaz memuru ve cezaevi yetkililerinden oluşan sekiz kişilik bir heyet sandalyelerinde oturmuş olacakları bekliyorlardı.
mustafa, yaşından hiç de beklenmeyecek düzeyde öylesine serinkanlı davranışlar sergiliyordu ki o'nu görenler, yaptıklarından pişman, suçlu bir insanın utancı içerisinde olduğunu düşünüyorlardı. oysa o, artık bu dünyada yaşamıyor aklen ve bedenen kendisini öbür dünyanın bir bireyi olarak görüyordu. sehpanın üzerine çıkarılıp celladın ipi boynuna geçirdiği an bile metanetini hiç kaybetmedi. gözlerini kapatıp sessizce kelime-i şehadet getirdi. açtığında ise hoca efendi'nin heyetin sol başında, ayakta ve ona bakmakta olduğunu gördü. bir an göz-göze geldiler. mustafa bu kadar soğukkanlı davranışlar sergilerken o'na metin olmasını öğütleyen hoca efendi, inanılmaz bir heyecan içerisindeydi. bu heyecanının sebebi ise gün be gün aşikardı. hangi vicdan sahibi insan suçsuzluğundan emin olduğu bir kişinin göz göre göre ölümüne seyirci kalabilirdi.
cellat tabureyi çektiğinde, hoca efendi'nin yüreğinde fıtınalar kopuyordu. bir an için avazı çıktığı kadar bağırmak, mustafa'nın suçsuz olduğunu haykırmak istedi ama yapamadı. mantığı, o'nun bu dünyaya ait olduğunu ve yaşamın her şeye rağmen devam ettiğini söyledi. gözlerinden süzülen yaşlar ak düşmüş sakallarının arasında kaybolup gitti.
mustafa'nın bedeni toprak altında kara dallar gibi çürüyüp gittiğinde, 12 eylül sıkıyönetim mahkemelerinde bu dava da dahil olmak üzere verilen kırk idam kararının altında imzası bulunan ve halen askeri yargıtay onursal üyesi sıfatıyla emekli hakim ali fahir kayacan, anılarını kaleme alacak ve zaten bilinmekte olan gerçeği şöyle dile getirecekti;
- mustafa pehlivanoğlu, asılan solcu necdet adalı'ya denge olsun diye idam edildi.