Lena yla atışıp yürümeye başlayalı 2 gün oldu. Bir hırs ile çıkıp kendime, yola ya da başka bir şeye zarar vermek için bitiş noktasını arayacaktım. içimden başını uzatan kötücül ormanı taçlandıracaktım. Fazla kaptırmışım. Nasıl oldu bilemiyorum ama 2 gündür uyuduğumu anımsamıyorum. Sadece durmadan yürüdüm ve şu anda nerede olduğuma dair en ufak bir fikrim yok. Kanalizasyonda yuvarlanan harikulade bir bok parçası gibi.
II.
Alacakaranlıkta görüşüm çok net değil ama birkaç cılız ışık gözüme çarpıyor. Belki yarım saatlik bir yürüyüşle günler sonra insan yapısı bir şeyler görebilirim. insanları değil ama onları hapseden kafesi özledim sanırım. Bilge olsaydım özlemezdim elbet. Ama değilim. Daha çok onların varlığı ve aptal fikirlerini görüp kendimi daha iyi hisseden bir psikopat olabilirim. Lord ile şu eski Lucifer hikayesi gibi
Sonunda bir benzin istasyonu gördüm. Adımlarımı sıklaştırıp oraya yürüdüm ve marketten içeri girdim. içeride duran adam gözleri çökmüş, önündeki bir dergiyi karıştırır haldeydi. Arkamı dönüp buzdolabından su ve birkaç tane soğuk sandviç aldım. Aldıklarımla birlikte kasaya gittim.
-Ne kadar?
-Siktir git!
-Ne? Borcum ne kadar demek istemiştim.
-Sana siktir git dedim göt suratlı!
-Peki.
Aldıklarımı ceplerime koyup dışarı çıktım. Çıldırmış bir orospu çocuğuna denk gelmiştim. Böylesini ilk kez görüyordum. Zehirli bir yağmur ormanı kurbağası yeşilinin içinde küçük elips hareler olduğunu düşünün. işte gözleri öyleydi. Bir ısırık aldım.
III.
Nihayet normal toplum. Kavga gürültü içerisinde ilk gece sakin bir parkta uyudum. Banklarda uyumaktan belim yine şişmişti. Sabahın biraz ilerisinde güneş işkencesine başlayınca kalktım. Kalan sandviçi ağzıma tıkıp etrafıma bir göz gezdirdim. Fazla kimse yoktu. 2 çocuk koşturmaca oynuyor, her yanları çamura bulanmış şekilde koşuyor, bağırışları kulak deliyordu. Saçları plastik gibi ve dümdüz bakışlı bir genç sabit bir noktaya kilitlenmiş bakıyordu. Yanına gidip oturdum.
-Ne var ne yok?
Hiçbir tepki vermedi. Mermerden oyulmuş gibi duruyordu. Tek bir yüz kası oynamadı ve yüzünden müthiş bir öfke okunuyordu.
-Hey, beni duymuyor musun? Sadece konuşmaya çalışıyorum. Günlerdir kimseyle konuşmadım.
Yine tepki yok. Manyak bir orospu mahsülü daha. Ne kadar çoktular aslında. insan hiç mi merak etmez karşısındakinin ne söyleyeceğini? Kalkıp yürümeye başladım. Sanırım gün ortası olmuştu. Sokaklar fazla dolu değildi ve kimsenin sesi çıkmıyordu. Bir süre yokuş aşağı yürüdükten sonra yol ayrımından sola döndüm. Bir arabanın tekerleğine tekme atıp bir sigara yaktım ve devam ettim. Solda bir tabelada domine&moses yazıyordu. Bulduğum bir pasaja girdim ve karanlık sarmal merdivenlerinden aşağı düştüm.
IV.
Ne olduğunu tam anımsayamıyorum. Başımın sol arka tarafında katlanılmaz bir acı vardı. Ayrıca elmacık kemiğim ve kolum da ezilmiş gibiydi. Loş ışıkta koyu kan kırmızı bir koltuktaydım. Hafifçe doğruldum. 4 kişi beni izliyordu. 3 erkek ve 1 genç kız. Erkeklerden 2 si afro-amerikandı ve hafif kıvırcık kısa saçları ile ağızlarında sürekli bir şey çeviriyorlar gibiydi. Diğer erkek 50 li yaşlarda ve saçları yandan açılmış en azından 115 kiloluk iğrenç gerdanlı bir sıçana benziyordu. Bunlarla tezat olacak şekilde kız 14 buçuk yaşında, saçlarının yarısı mor, ince bir çene ve yanaklarında çilleriyle küçük, sevimli bir Azrail gibiydi. Arkalarında karanlık bir ikona asılıydı. Altlarında kahverengi bir birikinti oluşmuştu ve hepsinin gözlerine yine aynı zehirli yağmur ormanı sinmişti.
Birbirlerine sarılmış yağlı yılanlar gibi hareket ediyorlardı. Dans ediyor gibi de olmayan ilginç bir görünümleri vardı. Yağlı fıçıya benzeyen orta yaşlı elinde metal bir yıldız tutuyor ve arada göğsüne götürüp tekrar havaya kaldırıyordu. Siyahlar küçük ölümü aralarına almış baldırlarını sıkarak mırıldanıyor, kız ise iki elindeki zift gibi tozu bir elinden diğerine döküp duruyordu. Sanki tamamen şaşırtmak için yapılmış saçma grotesk bir görüntü gibiydi.
-Ne yapıyorsunuz? Bu nasıl bir saçmalık?
Cevap yok.
-Beni duymuyor musunuz lan! Cevap versenize ne dönüyor burada, ne sikim iş bu!
Hiçbir tepki yoktu. Beni duyduklarına dair en ufak bir işaret yoktu. Cesaretim kırılmaya ve sinirlenmeye başlamıştım. Özellikle mi yapıyorlardı bunu? Bu saçma hareketler de neydi? Aptal bir sürreel korku filminin içindeydik sanki. insanlardan nefret eden bir adamla konuşmamak, tüm sorularını cevapsız bırakmak ne aptal bir ceza şekliydi? Ayağa kalktım.
-Yeter artık sizi namussuz orospu çocukları! Beni böyle şaşırtabileceğinizi sanıyorsunuz değil mi? Benden daha zeki sanıyorsunuz kendinizi. Böyle küçük bir kumpası yer miyim sanıyorsunuz? Boktan şovunuzu götünüze sokun. Ben gidiyorum!
Gidiyorum dememe karşın onlara doğru bir adım atmıştım. Tüm çirkinlik ve saçmalıklarının yanında bir çekicilikleri, bir gizemleri vardı. Anlamıyordum. Tek sorunum da belki buydu. insan çözemediği şeyde hayranlık ve nefreti bir arada buluyor olabilir miydi? Hafifçe sallandım ve elimi bu ucube 4 lüye doğru uzattığımda fahişenin elinden dökülen zift gibi toz havaya yayılıp gözlerimden içeri girdi.
V.
Bacaklarımda kilometrelerce koşmuşum gibi müthiş bir ağrı var. Doğrulup bu haziran sabahını biraz kıracak şekilde dolaptan süt alıyorum. Bozuk süt ağzımda önce aşağı sonra da basınçla yukarı çıkıyor ve boğazımdan fışkırıyor. Bir küfür savurup duşa giriyorum. ılık su. Sakinim. Anlayamadığım şeyler yok.
Kötü bir kentten geçtim sadece. Tanrının kusurunu bulduğum için bu sanırım. Tek söylediğim en büyük kötülük olan şeytanı yok etmemesinin, ona belli bir süre kötülük yapma zamanı vermesinin kendi içindeki kötülüğü dengelemek için yapılmış ucuz bir kurgu olduğuydu. Bu kadar büyüteceğini tahmin edemezdim. Cehenneme itti beni. Büyük meleklerin gözü üzerime değdi. Ninova çatırdıyordu. Dışlanmış düşsel bir gerilimdeydim. Sonra geçti. Bilmiyorum nasıl, ama geçti.
Telefonum çalıyordu. Arayan Lena' ydı. Cevapladım. Kısa konuştuk ve akşam bana geleceğini söyledi. Tamam dedim. Kapattığımda hafifçe gülümsüyordum. Ne denli birbirimizi delirtsek de ayrılamıyorduk Lena' yla.
Üzerime kirli bir t-shirt geçirip merdivenlerden çatıya çıktım. Derin bir nefes alıp etrafıma bakmaya başladım. Yerdeki bulanık su birikintilerinden bulutlar gümüş gibi yansıyordu. Mümkün olabilir mi? dedim kendi kendime. Sonra da yine Ne mümkün olabilir mi? diye cevaplayıp kendime güldüm. Sol tarafımda Tanrı intihar etmeye çalışırken devamlı yere kapaklanıyordu. Umursamıyordum.