Bazen bir sıkıntı çöküyor insanın içine... Bir yanda sorumluluk duygusu, bir yanda gitgide azalan takvim yaprakları... Bir saat daha oturmak sofralarda... Gönül çekiyor çekmesine ama oturamazsın, bekleyenler vardır. Çaresiz için gide gide kalkacaksın. Güneş batışını ilk gençlik ürperişleriyle seyretmek, nerdeeee? Ya misafir gelecek, ya yazı yazacaksın. Kolundaki saat senin gibi görünür, ama akreple yelkovanın dönüşünü keyfince harcayamazsın.
Şu elmayı bütün dişlerinle ısırmak. Olmaz. Senin değil o elma. Yollar boyu kaybolup ufuklara doğru bir koşu tutturmak. Hayır, aynı yerde oturacaksın.
Ve kelimeler. Ve sözler. Ve savaş. Ve geçim derdi. Ve çocuklar. Ve ille de yazı makinesi. Ve kitap. Ve kağıtlar...
***
Yahu bir de ben vardım vaktiyle. Okuldan çıktığım gün. Git parkta otur. Mektup yaz sevdiğin kıza. Öğleye kadar yat yatakta. Sonra kayboldu o ben. Yerini sorumluluklar aldı. Ne olur bugün kenara itsem şu makineyi. Tükürsem kağıdın üstüne. Ve canımın çektiği yerde dilediğim kadar otursam. Özgür değil miyim ben? Üstelik boyuna kopuyor takvim yaprakları. imkansız. itemezsin makineyi kenara. Kağıt kutsaldır. Hayatını nakşeder eğri böğrü. Sonra randevular. Sonra telefonlar bin tane. Sonra ev bark çoluk çocuğun geçimi...
***
Bir cendere ortasında, kendine sahip olmadan, sorumlulukların asansöründe bir aşağı bir yukarı...
Kirli bir gömleği çıkarır gibi çıkarıversem hepsini sırtımdan diyorum. Kasnağı kırılsa gergefin. Demirini koparıversem geminin ve kessem bütün halatları. Ve sonra dalgaların ortasında limansız bir açıklığa doğru...
***
Ya ülser ne olacak?.. Bugün kahve dördüncü; bir tane daha içemem. Mehtapta ıslık çalmasını da unutalı çok olmuş. Geçen gün denize vuran sarı ışıklara baktım da, hep sömürücülerin namussuzluğunu düşündüm.
Acaba yazar olmasaydım. Bilmeseydim fakir niçin fakirdir, zengin niçin zengin. Ve neden boyuna yalan söylenir halka...
Sonra iki elimi pantolonumun cebine sokup bütün şarkıları deneseydim ıslıkla aya karşı. Bakkal borcu, taksit, kasap faturası, telefon ücreti, elektrik... Hiçbiri uğramasaydı semtime.
***
Oldum bittim ciğerime çeke çeke tadamadım şu avareliği... Bazen canım nasıl ama nasıl çekiyor aklımın rüzgarına yelken açmayı. Ama yelken çoktan dürülüp ambara konmuş. Serenlerden boşuna geçiyor delilik rüzgarları. ille de usturuplu, mantıklı, ülsere ve tüm insanlık dertlerine saygılı olacaksın. Saatinde gideceksin eve. saatinde oturacaksın makinenin başına... Bir de eski bir aşinayı, anılar dolu gülüşüyle geçerken gördün mü yoldan; bütün sorumlulukları patlatıp ayağa fırlayasın gelir ama ne çare... Saatler senin değildir. Hayatın senin değildir. Özgürlüğün senin değildir. Kaynar kaynar da yüreğin, sigaraya asılır, son nefes gibi bir "boş ver" çekersin.
***
Belli artık biz kendimize ait bütün anları bir kör kuyu içinde kaybetmişiz. Baş bizim başımız ama, düşüncelere geçmez hükmü. Ayak bizim ayağımız ama, bildiği yere gidemez. Ve ellerimiz her gün tuşlar üstünde ine kalka, sonu gelmez bir zincirin halkalarını gagalar...
***
Bu bağlar dolaştıkça benliğime bir sıkıntı çöküyor bazen içime. Koptukça da kopuyor takvim yaprakları...
Bir teselli var ki, tek tutamak o. Daha güzel bir dünya için, daha mutlu insanlar için vazgeçip bütün bu doyulmamış esintilerden, adam gibi çalışmak... Çalışmak adam gibi...
Ya adam gibi yaşamak... O görmediğimiz bir armağan olarak gelecek kuşaklara kalacak.