Uykunun bütün bekleyişe rağmen postada kaybolmuş bir mektup gibi, hiç gelmediği gecelerde insanın yalnızlıktan canı sıkılıyor evde. Bir kitap karıştır, canı sıkılıyor; bir plak koy pikaba, canı sıkılıyor. Gabriel Chevalier, şarapçı papazla kilisenin hizmetçisini seviştiriyor. Sonra papaz bisikletle öteki köyün papazına günah çıkarmaya gidiyor. Öteki köyün papazı da aynı işi yaptıkça, günah çıkartmak için ona geliyor. Sayfalar dönüyor, can sıkıntısı bitmiyor. Aznavour:
- Bir gün gibi geçip gider aşk, diye bağırıyor.
Papaza önce hizmetçi sulanıyor:
- Gençsiniz, geceleri boşu boşuna sıkıntı çekmeyin muhterem peder, sonra sıhhatiniz bozulur. Sizden önceki rahmetli peder de, benimle aynı şeyi yapardı.
Aznavour:
- Geleceğimiz yoksa da, hatıramız var ya, diyor.
Plak bitiyor; pakette tek sigara... Uzanıp birkaç tanıdığa telefon etmek...
- Yahu merhaba, nasılsınız?
- iyi diyelim iyi olalım, nerelerdesin, özledik...
- Aklıma esti de, bir hatır sorayım dedim.
- Eksik olma, buluşalım bugünlerde mutlaka.
- Buluşalım ya...
***
Papaz, sayfanın ortasında bisiklete binerken donup kaldı. Aşk şarkısı plağın çizgileri içinde donup kaldı. Son sigaranın izmariti ezik ucuyla tablanın kenarında donup kaldı.
Dışarıda gece. Yolların kenarına arabalar dizilmiş.
Bir yerlere gitmek, birilerini bulmak, sigara bulmak, biraz hareket bulmak...
Bir yerler, kısık ışıklı, çalgılı bir yerler... Şık giyimli kadınlar, simsiyah saçlı kadınlar, sarışın kadınlar... Baygın kokular, kahkahalar, en ucuzundan zorlama nükteler...
Ne düşünürler, ne iş yaparlar bu erkekler, bu kadınlar?
Sonra başka bir yerler, daha ucuz bir yerler, yine kısık ışıklı bir yerler... Ayrı sınıftan kadınlar, ayrı sınıftan erkekler... Az şıklık, çok gençlik, az para, çok serserilik olan bir yerler... Carco'nun dünyasına benzeyen bir yerler... Söz atmalar, masadan masaya arkadaşlıklar... Bir iki tartışma, bir iki küfür, bir iki garson azarlama, kırık gülüşler... imalı cinsiyet dedikoduları... Yanıp sönen flaşıyla ortada dolaşan fotoğrafçı...
Orası, burası... Bara dayanmış pis pis düşünerek içen... Kız kandırmaya çalışan... Yanındaki kadına usul usul sokulan... Kapılarda kuyruk olmuş taksiler...
***
Bütün buralarda oturmayan bir şey var... Neşe değil, eğlenme değil bu... Bir şeyler arama, bir şeylerden kurtulma çabaları...
Can sıkıntısı, avuç avuç boncuklar gibi bölüşülmüş; kiminin ön cebinde sıkıntı, kiminin yan cebinde sıkıntı...
Daha başka bir yerler, en lüksünden, en fiyakalısından... Yabancılar, yeni evliler, tanınmış aileler; danslar, danslar, danslar...
istanbul'un geceleri bir garip. Servetlileri bir garip, fakirleri bir garip. Bohem lokallerden büyük lokallere, büyük lokallerden bohem lokallere sızanlar... Ceplerindeki paraları hesaplayanlar, ceplerindeki paraları hesaplamayanlar... Gedikli müşteriler, gedikli olmayan müşteriler... Randevuevlerinden gelenler, Avrupa'dan dönenler. Kimsenin bilmediği gizli aşklar, herkesin bildiği açık aşklar.
***
Hepsinin mihverinde bir kadın hikayesi olan büyük büyük çarklar. Yavaşça sevişmeye gidenler, sevişecek yeri olmayanlar, henüz sevişecek kıvama gelmeyenler... Sevişecek kimseyi bulamayanlar...
işkembeci dükkanı... ilk çıkan gazeteleri satan çocuk... Mahmur müşteriler... Kirli bir ışıkla aydınlanan sokak...
Nihayet naz ü niyaz ile gelip kirpikleri okşamaya başlayan uyku...
Papaz, bisikletinde donmuş; şarkı, plağın çizgilerinde; sigara izmariti, tablada... Bir uzun gerinme ve külçe gibi yatağa uzanma. Hepsi o kadar...