Yanyana getirilmiş harflere bakıyordu uzun uzun. Anlamını yitiren kelimeler , buram buram acı kokuyordu. Dayanamadı, aklını vermeye çalışsa da, zorlanan beyninde can bulan anılar geçti gözlerinin önünden.
*
-Babalar hep para mı kazanır?
-Evet ufaklık.
-Hiç öpmez mi çocuğunu?
-Öper tabi, hem de böyle!
diyerek uzun uzun, yanında olmadığı günlerin hıncını alırcasına, öpmüştü onu.
*
Gülümsedi, yanakları yüzüne yayıldıkça, acısı dindi. Jack hep o günün, o öpücüğün sürmesini istemişti. Kağıt elindeydi, bugüne dönmeliydi, ancak yanağında yıllar önce iz bırakan öpücük izi acıyordu. Beni unutma dercesine bağırıyordu. Sıcaklığı yoktu ama, izin yerini biliyordu. ince ince okşadı onu, bir yarayı incitmemek için usul usul bir anne şevkati ile okşadı tenini.
Toparlamalıydı kafasını, yeniden döndü mektuba, baktıkça yeni bir anda buldu kendini.
*
-Bu nasıl oluyor baba?
-Bak şimdi bunu böyle tutacaksın. Gördün mü? Önce yukarı doğru, sonra aşağı.
-Oluyor mu baba?
-işte benim oğlum! Bunu öğrendiğinde uzaklarda da olsan, beraber olacağız.
O cümleden sonra ona uzak kalmamak için, onu kaybetmemek adına, hep uğraştı. Ve o harfi yazabildi jack. 'A' . O harf babasının, sıcak bir tebessümünü, altın bir tepside sunacaktı ona. Zaten öyle de oldu, gülen gözleri, titrek elleri ile, güçlü çok güçlü bir tebessüm vardı babasının dudaklarında. Yüksek, çok yüksekte hissediyordu kendini, sıcak havanın altındaki gölge gibiydi o tebessüm.
*
Gözlerini kırpıştırdı, bir kağıt buldu hemen. Üzerine yazdı o sıcacık harfi. 'A'. Başını kaldırdı, yumduğu gözleri, o tebessümü canlandırdı. Duru, sakinleştirici, su sesi gibi bir tebessüm.
Açtı gözlerini, tebessüm onu terkettiğinde, yeniden nem kokan odada, karanlığın onu sardığı, tütün kokan odada buldu kendini. Kağıt, o kağıt, duruyordu masada. Okumalıydı, anlamalıydı. Merak etmiyordu aslında, iyi bir haberdi belki de... Ama kokusunda bir acı vardı. Yıllardan beri acının kokusunu alırdı. Kan kokardı burnuna annesinin çorbaları bile. işte o günlerde, mutlaka düşer bir yerlerini acıtır, ya da en sevdiği oyuncaklarından birini kaybederdi. Ve o mektup, kan kokuyordu...Koku keyif yapıyordu burun deliklerinde. Beynini içine çekmeye çalışıyordu her nefes alışında, ellerini başına sardı, koku esir almıştı onu. Ve...
*
-Çok acıyor!
-Şşt. Dur bakalım yaramaz. Acıyacak tabi ki.
-Ne sürüyorsun öyle? Daha çok acımaz mı?
-Ben senin canını yakar mıyım hiç?
deyip, güvenini sonuna kadar kazanmıştı. Gerçekten de acımamıştı. Biliyordu, sürdüğü şey değildi onu iyi eden, dizindeki yaraya dokundurduğu elleriydi. Çok sertti onlar, tahta gibi sert, pürüzlü yollar gibi çizgi çizgiydi. Ama yumuşacıktı işte, dokunduğu yeri iyileştiriyordu. Onlar babasının elleriydi... Hep yaralarına dokunmasını istediği eller...
*
Aralanan elleri, o sıcak elleri aradı. Yoklardı, kalktı ayağa, masaya doğru yürüdü. Usul usul, dizindeki yara yeniden acıyacakmış gibi. Jack korkuyordu, o mektup korkutuyordu onu.
Kağıdı aldı eline, elleri titredi... Gözleri karardı, gün boyu ilk sigarasını yakmış, ilk fırtını içine çekmiş de o keyifle başı dönüyordu sanki. Keyif dışında tüm anlarını yaşadı... Sigara içmeden duyumsadı. Korku... Yine esir almıştı içini.
*
-Yağmur sesi ne korkutucu değil mi baba?
-Değil aslında.
-Peki ben neden korkuyorum o zaman?
-Benimle yatmak için olmasın?
Güldürmüştü Jack' i. Nasıl da anlamıştı, minicik kafasından geçen en yalancı planları. Evet, onunla uyumak istiyordu...
*
Korkusunu alıp götürürdü. içinde korkudan eser kalmaz, yerini okşanmak istenen bir kedinin masumluğuna bırakırdı. Hatırladığı bu an, yeniden almıştı korkusunu. Düşünmek bile yetiyordu onu, sakinleşmeye, kendine gelmeye. Şöyle bir sarsıldı, daha cesurdu elleri.Kavradı kağıdı... içindeki kelimelerin ilk defa daktilo ile yazıldığını farketti. Sanırım samimi cümleler değildi içindekiler. Heyecan duydu içinde, ürperdi bir an...
*
-Çok korkuyorum, bak ellerim titriyor. Ya yapamazsam, ya düşersem attan?
-Ben yanındayım, bak tutuyorum manejden.
-Sıkı tut baba, çok sıkı tut.
-Pekala, derin nefes al, kapa gözlerini.
-Yapamam baba.
-Dene bir. Heyecanın geçecektir. Kapat şimdi gözlerini.
-Kapattım.
-Ve sessizce derin derin nefes al. Dik dur, omuzların dimdik, evet böyle şimdi düşün, bir bulutun üzerinde yürüdüğünü.
Belli etmek istemese de geçmişti heyecanı, altından kayan atı, bulut olarak hayal ettiğinde, ne de kolay olmuştu herşey.Babası çok şey biliyordu. Jack' in babası mutlaka bir öğretmen olmalıydı. Bayan Sally' den bile çok biliyordu.
*
Kendine geldi, içindeki heyecan da bu anıyla birlikte yok olup gitmişti. Artık okumalıydı o lanet olası mektubu. Ve gözleri ile beyni anlaşmış gibi. Biri gördü, diğeri algıladı;
Sevgili Oğlum Jack,
Senin özleminle geçen yıllar, bana çok zor günler yaşattı. Biliyorum yanında olmalıydım, söz verdim ama tutamadım. Annen ve seni mutlu etmek için, para kazanmalıydım. Her şeyi olan bir çocuk olmalıydın sen. Benim biricik oğlum. Beni affet. Yakın zamanda gelirim demek isterdim, beraber olamadığımız yılları unutmak için, yeniden seni doyasıya öpmek, korktuğunda yatağımı seninle paylaşmak, dizin kanadığında sarmak, ata beraber binmek isterdim. Bunları sen hatırlamasan da ben hepsini, her gün yeniden yaşasam da, biliyorum o günlere dönmemiz çok zor Jack. Şunu bilmeni isterim ki;
Seni hep sevdim.
Aklımdan bir an bile çıkmayan oğlum. Bu mektubu sana söylemediğim hiç bir şey kalmasın diye yazıyorum. Bir aydır hastayım ve biliyorum ki; Seni bir daha göremeyeceğim. Eskiden senin tuttuğun ellerimi şimdi, kablolar sarıyor. Ben ölüyorum, belki de şu an odanda seni izliyorum. Belki de, çoktan karıştım beni çağıran boşluğa...
Sakın ağlama Jack. Sakın ağlama.
A. Deere.
Kan kokusu, dizindeki yara, yanağındaki öpücük izi, titreyen elleri, hepsi ağlıyordu şimdi... Jack sustu, damlaları duymadı, tek bir beden sarsılıyor, içine yerleşen katran büyüyor, daralan nefeslerle bir yasın kenarında, öylece ağlıyordu...
Mektubun sonunda yazan 'A' harfini, okşaya okşaya, bağıra bağıra ağlıyordu... Gözyaşlarına sarılmış, hıçkırıklarla sarsılan bedenini, ince bir sıcaklık sarıyordu. Bunu bile duymadı, oysa babası oğlunu son bir defa teselli ediyordu. Son bir defa aynı izden öpüyordu...