söykü dergisi sayı 1 çocuk parkı

entry19 galeri
    17.
  1. 1. sayıyı henüz bitirebildim. Maalesef iş yoğunluğundan yayınlanalı bir süre geçmesine rağmen öykülerin hepsini yeni okudum ve aşağıda eleştirilerimi yazdım. Umarım yazar arkadaşlar alınmazlar. Üslubum net ve sert oluyor. Edebiyat konusunda kendimi bir otorite olarak görmüyor, yaptığım eleştirilerde mantığa bağlı kalarak nesnel yorumlar yapmaya çalışıyor, zaman zaman da şahsi beğeni, ya da tersini ifade ediyorum. Ki yine yazarlar benim yazılarımı da kişisel hakarete dönüşmediği sürece istedikleri kadar sert yorumlayabilirler. Bundan hoşnut olurum.

    Yorumlara geçmeden önce değinmek istediğim bir iki konu var;

    Öykü formatının bazı yazarlarca yanlış anlaşıldığını görüyorum. Bu bir kural olmamakla birlikte genel geçer öykü anlayışında gerçek ya da kurmaca bir kurgu anlayışı vardır. Siz bir parka bakıp içinizden düşünceler geçiriyorsanız bu nesir olur, süslü nesir sınıflamasına girer diye düşünüyorum. Tabi bu konuda bir mutabakata varmak gerek.

    Onun haricinde dergide yer alacak yazıların link, spoiler ya da sözlüğe mahsus diğer ibarelerden kurtulması gerektiği görüşündeyim. Okunan öyküye ait olmayan yabani çalılar gibi göründüklerini düşünüyorum. Ki öykünün yanında müzik önermek okuyucuya ket vurmaktır bence. O yüzden birçok yazar önsöze, sonsöze bile karşı çıkarken yazarların rahatça öyküden bağımsız parçaları paylaşmasını arılığın lekelenmesi olarak görüyorum ve bu da elbette benim görüşüm.

    Son olarak da şuna biraz üzüldüğümü söylemeliyim ki yazıların hemen hepsinde imla hataları, kelime hataları az ya da çok var. Dergi yeni yayınlanmış olsa normaldir, düzeltecek vakti olmamıştır derim belki ama yayınlanalı 20 gün olmuş (sanırım yakındır en azından) ve yazar bir kez bile kendi yazısını okuyup analiz etmemiş mi? Ben şahsen yazdığımı tamamen gözden geçirmeden sözlüğe koymuyorum. Ki, o şekilde bile hatalar çıkabiliyor. Yine de insan böyle bir oluşumda yer alıyorsa kendi redaktörlüğünü de yapmalı diyorum. Ve esas olaya giriyorum;

    -Güneşin Saçlarından Kendine Salıncak Yapan Çocuk

    Öncelikle beklemediğim bir hamle olduğunu söylemeliyim. Bu şekilde bir öykü oluşturmak zordur. Düşünsel algıdan şimdiki zamana geçebilmek için diyaloglara, dış seslere ihtiyaç duymayan bir öykü olarak beğendiğimi söyleyebilirim. Sonundaki müziğin iyi seçilmesi de beğenilmesinde etkendir diye düşünüyorum.

    Bunlarla birlikte klişeye kaçmamış, özgün cümleler barındırıyor. Gece 3 den sonra yazılmış hissi uyanıyor insanda. Misal;

    -Bankta oturmak bile ruhumu asıyordu.

    -Bu kadar kalabalıkken içim, oturduğum bankta benden başka kimse kalmamıştı.

    Bunlar hikayenin artıları. Genel olarak benim gözüme çarpan eksiklikleri de yok değil. Bunların başında öykünün kısa olması, genel bir kurgu geliştirilmesi zor, bir fragman gibi durması var. Bu tabi ki bir tercih meselesi ama biradetbeyfendi burada son anlarını tasvir eden bir yaşlıyı fotoğraflamış. Daha uzun kurgularını merak ediyorum.

    Öykü genelinde birkaç cümlenin hatalı yazıldığını düşünüyorum. Örneğin;

    ‘’Geçmişim aynı dalgaların eşsiz tokat sesleri bedenime’’

    ‘’ Ömrümce hiç almadığım kadar derin bir nefes aldım, doldurdum ruhunun her yerini, tuzlu oksijen acılarıma acı katarak son defa kanatıyordu bir tinimi, acıdıkça hafifliyordum.’’

    ilk cümlede ‘’sesleriydi bedenime’’ ya da ‘’sesleri bedenimin’’ tercih edilebilirdi. ikincide ise iyelik önce 1. Sonra 2. Sonra tekrar birinci tekil şahıs olarak kullanıldığı için kafa karıştırıcı. Tabi yazının şiirsel niteliğini düşünürsek söz ettiklerimi yapmak zorunda da değil. Farklı bir güzelleme de yapabilir.

    Son olarak da ‘’Oysa hani tatlı bir dedeydim ben’’ kısmı hiç olmasa daha iyi olurmuş. Onun ölmek üzere olan bir yaşlı olduğunu hepimiz biliyoruz.

    Fazla eleştirmemişimdir umarım. Çünkü yazıyı genel olarak beğendim. Klişeye kaçmadan böyle bir yazıyı yazmak zor olmalı. iyisin dostum.

    -Sosyofobik Zımbırtı

    Geçmiş ve bugün arasında analoji yapan ve bir çocuğun mantığının saflığı ile yetişkin insanların hapsolmuş hayatlarını kıyaslayan bir öykü. En az baştaki çocuk kadar hapsolmuş olan ana karakterin şimdiki hali seküler mantık içinde ezilmiş hissi veriyor. Ve bu yüzden de bu anksiyete devam ediyor. Öykünün bu mesneti güzel.

    Ancak, aynı çocuğun küçükken de sosyofobik zımbırtısının olması öyküyü desteklemiyor. Annesine ‘mavi ördek olur, çünkü ben ördeği maviye boyadım’’ diyen bir çocuğu yıllar sonra aynı cümleyi tekrarlayan, dolayısıyla genel geçer mantık yerine çocukların o uçuk mantığını yeğleyen bir profil olarak çizecekseniz, onun şu anki toplumdaki yalnızlığı ile herkesin aynı uçarılıkta olduğu çocukluğu arasında da tam ters bir bağlantı çizmeniz gerekir. Yoksa anlatının çocuk masumluğu ile bağlantısı kesilmiş olur. Kısaca çocuğun küçükken diğer çocuklarla oynayamaması, aralarına girememesi bu öykünün zayıf noktası bence.

    Bir de öykü içinde geçen maviye boyadım temasını sonunda tekrarlamasına gerek olmadığını düşünüyorum. Ben olsam patron öyle rapor olmaz dediğinde, yine öyle olmaması gereken soğuk kahvesinden bir yudum alırken muzipçe güldüğü şekilde bitirirdik. Yani böyle de anlaşılırdı, göze sokmaya gerek yok.

    Klasik sandviç tipi olacak ama eksiklikleri ile birlikte başarılı bulduğum bir öykü oldu.

    -Yalnız Sallanmayı Öğrenmek

    Zamansal kaymalarla ilerleyen fakat aynı olayı işleyen bir öykü. Genel bir samimiyet içerisinde ve tek adam ekseninde yazılmış 3 parçalık bir sandviç gibi. Sallanmak elbette bir metafor burada ve öykünün imlediği sevdiğin insanların yanında iken hiçbir zaman ayakta olamazsın, ya da kendin olamazsın, ama özgür ve tek başına ayakta kaldığın zaman da yalnız kalırsın teması gayet güçlü. Bunu çok belirterek vermemesi de takdire şayan.

    Ancak ben öykünün sonunda tam başardığını düşündüğü anda hızla yere kapaklamasını beklerdim. Daha pesimist ve dünyanın boktan bir çocuk bahçesi olduğunu, en fazla bir ısırık aldırıp sonra yine hayal kırıklığı verdiğini anlatmak adına. Ama experimental farklı bir yol seçmiş. Annem duysa terleme derdi diye. Bana kızmaz umarım. Tarzımı biliyor en azından.

    Bir de kendi nicki geçmesi ve öykü isminin mastar şeklinde olması hoşuma gitmedi. Belki hoşuna gidenler de vardır. Ben sevmiyorum o kurgusal olanda ben buradayım demeyi. Tercih diyelim.

    Bunlar dışında hikayenin okuyucuyu çekmek ve içinde tutmakla ilgili bir sıkıntısı yok. Kendini okutuyor. Biraz daha delici cümleler ile daha da iyi olabilir. Ben tuttum şimdilik.

    -Çocukluk ve Ekmeği Elleriyle Bölen Adam

    Ummadığım şekilde bu sayıdaki en beğendiğim öykülerden. Sonundaki birkaç mantık boşluğunu doldurmamasını saymazsak gayet başarılı. Hikayeyi okuyucunun gözüne sokmadan ve belirli bir ritimle ilerliyor.

    ‘’köye birden akşam indi, bir kalabalık hüzünle taşıdılar babasının cesedini.

    ama o gün nasıl da güzeldi hava...’’

    Gibi olumlu-olumsuz sırtlamalarıyla öyküyü ayakta tutuyor ve samimi olmayı başarıyor. Küçük bir çocuğun babasını kaybettiğindeki düşüncelerinin tasviri işte böyle saf olmalı. Yapış yapış değil.

    Babası ile ilgili hiç çocuk olmamıştı ironisini ekmeği elleriyle bölen büyük adam şeklinde ete kemiğe bürünüyor. Ancak burada babasının ölüm nedenini bilemiyoruz. Elbette bunu bilmemiz gerekmeyebilir ancak ortada bir ölüm var ise destekleyici başka bir faaliyet ya da olayın olması gerekir diye düşünüyorum. Zira adam neden öldü sorusuna öykü bir şekilde cevap(lar) sunabilmeli.

    Son olarak da çocuk parkı temasını çok net kullanamadığını, aynı öykünün babayı kaybetmek temasına da rahatça uyabileceğini, bu sebeple de çocuğun hep gitmek istediği oyun alanı yanında bir alt metinle de parkın desteklenmesi gerektiğini ve ‘’saklandığı kırmızı çiçekli tünelin içinden izledi’’ cümlesinin harika bir cümle olduğunu düşündüğümü belirtmek isterim.

    -Üç Kafadar

    Tersten yürüyen bir öykü. Kurgu olarak önce detaydan yürüyerek daha sonra ana karakterin niteliğini belirtiyor, sonra da o karakteri üçlüyor. Sonlara doğru cidden başarılı olduğunu düşünüyorum. Sadece bazı indeks cümlelere ihtiyacı var. Doğru yerlere serpiştirilmiş böyle cümlelerle öykü daha da koşar.

    Chaplin’ in the kid’ de yaptığı ya da daha popüler bir örnekle slumdog millionare’ de görülen samimi çete burada a çizilmiş. O yüzden toplumun yumuşak karnı olan bu dışlanmışların işlenmesi yeni bir şy değil. Fakat kendini okutması ve yapaylığa kaçmaması bu durumu göz ardı ettiriyor.

    Sondaki tiner çekme sahnesinin ritüel gibi tasviri hikayenin punch line dediğimiz kısmı. Ve en saf kısmı da bence burada gerçekleşiyor. Bir nevi boyalı kuş varyasyonu. Ve artık geriye dönüş yok. Bu minvalde en başta yere düşen kızı da kaldırmasa, bunca dışlanmışlığına rağmen hala sevgi dolu şeklinde lanse edilmese daha çiğ bir öykü olurdu.

    Bir de son paragrafa hiç gerek yok. Onsuz tamamlanmış zaten. Ben sevdim.

    -Çocuk parkında oturan bir yaşlı olmak

    Nadide bir parça. Panoramik olarak çocuk parkını alıp hayata izdüşüren yaşlı bir adamın gözünden saflığın anlatılışı. Ben beğendim ve az çok benzer şekilde yaklaşmışız.

    Öykünün en güçlü postulatı çocukluğun panteizme benzer şekilde eşyanın doğasına hakim olması. Yani daha sonra öğrenilen kavramların prangalarından yoksun olan çocuk zihni berrak bir şekilde olgulara yaklaşıyor ve daha sonra zihni kirlenen bizler ise sürekli anlamlandırmaya , çözmeye çalışıyoruz. Diğer herkes gibi yaşlanınca erdem ve içgörü sahibi olunduğunu iddia etmek yerine doğumdan sonra hep kirlendik fikri akla yatkın.

    Yine silahla oynayan çocuk ile geçmişi kıyaslaması ama müdahil olmak yerine ne denli kirli bir süreç de olsa kendi haline bırakmayı seçmesi güzel detaylar. En azından gençlikteki gibi canla başla kafa tutmaya, yenmeye çalışmıyor artık. Bu bile bir dirhem bilgelik barındırıyor sanırım.

    Zaman yolculuğu kısımlarını ve başlığın mastar halinde olmasını pek sevmedim. Sürekli geri dönüşlerin ise bazıları iyi bazıları tam değil bence. Ya da kararında tutulmalı. Ama en önemli eksik yine bir tasvir öyküsü olması. Bu aslında genel bir sorun sadece bu öyküyle ilgili değil ama öykülerimiz hep devinimden uzak, sessizce izleyen iç sesler şeklinde. Bunu da yıkmak gerek.

    -Çocuk Parkında Karşılaşılan Eski Sevgili

    Sokak ağzıyla yazılmış ağır roman tadında, karagümrük kokusunda bir öykü. Fazla bir kurgusu yok. işte sıkılıp gündüz içmeye parka giden bir adamın sevip de kavuşamadığı eski sevgilisine sessiz tiradı sadece. Ki bir kısmı da alıntı sanırım. Spoiler falan yazılmış.

    Sokak edebiyatına asla karşı değilim. Fazla mainstream olana karşıyım. Alt kültür ya da suburban edebiyat iyidir, parçalayıcıdır ama bu bir edebiyat formu değil bana göre. Daha çok içip içip kederlenen bir adamın daha önce binlerce kez duyulmuş sözcükleri birleştirişi. Yani kurgu vasat ama cümlelerin dizilişi ve olayın niteliği özgünlükten uzak.

    Bunlar haricinde kısaltmaların (bu küfür de olsa) burada yer almasının hiçbir mantığını göremiyorum. Birçok imla hatası mevcut ve öykünün ortaya yerine ‘’spoiler’’ yazılması benim retinama batıyor. Bu son söylediklerim kişisel beğenilerle ilgili olabilir. Bir mantığı var ise de açıklanırsa sevinirim.

    Üzgünüm ama genel olarak beğenmedim.

    -Çocuk Parkında Çocuk Dövmek

    Çocuk parkı temasına girmekte geciken, bunu yarısından sonra başaran bir anlatı. Genel itibariyle kendini okutan yapısı ve sık sık duymuş olduğunu düşündüğüm halde yineleyeceğim Umut Sarıkaya benzeri mahalli kırık konuşmaları ciddiyet ile verme karşıtlığından absürd bir mizah oluşturma anlayışı ile yazılmış daha anlaşılır bir mizahi öykü.

    Eski sevgili ile karşılaşılan Karagümrük hikayesi gibi olmamasıyla bana göre bir tık üstte. Aynı segmentte oldukları için söylüyorum bunu. Tabi bir artısı da herkesin saf çocukluk temasını işlerken gayet laçka ve pis çocuklarla karşılaşması. Elbette bu yine samimiyet biçemiyle veriliyor.

    Bu kısa öykünün eksisine gelelim. Neden öykünün yarısına kadar askerlikten söz ediliyor? Öykünün genel temasına ne gibi bir katkısı vardır? Şahsen ben okurken baştan ne amaçla o denli askerlik, çarşı izni, genelev diye bahsettiğini anlamadım. Öykünün ortasına kadar süren bu prolog kısmı öykünün gücünü azaltan ve yazarın plansız olaya giriştiğini gösteren bir unsur bence.

    Genel olarak başarılı diyebileceğim bir öykü. Yalnız fikrimce daha uzun yazılmalı ve kendi bütünlüğünü sendelemeden taşıyabilmeli.

    -Gri Şehrin Yeşil Aşkı

    Oldukça naif bir hikaye buldum bu öyküde. Bir kadının iç sesi yine bizi yönlendiren. Onun kayıp, düşük hayatının kısa bir anlığına pik yapıp tekrar eğrilmesi. Kötücül bir anlatım, kendini özel hissettirme ve kaybetmeye dair. Sıkça işlenen bir konudur tabi. Yalnız burada kadın karakterin yalnızlığı, içine girdiği ilişkinin detayı verilmeyerek arttırılmış. Hatta ilk birliktelikleri, geçirdikleri zamanları anlatışı bile ben tek kişiyim diyor. Yazarın bunu kurgulayıp kurgulamadığını bilmiyorum ama ben gayet bencil belki de narsist bir kadın karakter gördüm. Yoksa insanlardan kopuk, en can arkadaşım dediği kişiye bile burun kıvıran, her şeyden hoşnutsuz ve o denli değer verdiği ilişkisini birinci tekil olarak aktaran bir kadın neden çizsin?

    Bunun haricinde toplum içindeki mizantropun yahut bir şekilde kayıp, kopuk özelin hikayesini iletmesi öykünün gücünü düşürüyor. Biz kadının o yorulmuşluk içindeki halini dinlerken hayattan beklentisi olmamasını o şekilde almasak sanırım daha sağlıklı olurdu. iyi ifade edebildim mi bilmiyorum ama ana karakterin sıradan olması bazen daha doğallık verir.

    Elbette başta link vermenin, brechtiyen yabancılaştırmadan biraz beride duran okuyucuya seslenmenin, spoiler yazmanın ve hepsinden öte yayınlanan yazısının üzerinden birkaç hafta geçmiş olmasına rağmen bir sürü imla hatası (özellikle yanlış virgül kullanımları) olmasını makul bulmuyorum. insan yazdığı şeye değer verirse onu redakte etmez mi?

    -Sırf Şişman Diye Kaleci Yapılan Küçük Çocuk

    Gerçekten de bir çocuğun ağzından yazılmış gibi durmasıyla bütünlük gösteren bir öykü. Tabi fazla optimist, masalsı ve pamuk şeker kıvamında olduğunu belirtmek gerek. Tüm bunları belirtirken de olayın daha çok çocuk parkı yerine direkt çocuklar, kıskançlık, aşağılık kompleksi gibi temaları futbol alt zemininde verdiğini de belirtmeli.

    Genel olarak hikaye bütün. Kendini okutuyor. Çocuk kalbi ya da küçük prens gibi bir format söz konusu. Üstelik salt şişman bir çocuğun uzaktan izleyip düşündüğü/düşlediği bir yapıda da değil. Devinim var.

    Güzel güzel yazmaya devam etsin. Benim tarzım değil açıkçası bu denli patlayan şeker öyküler ama iyi diyorum. Bir de bu hikayenin ana fikri, alt metni yahut amacı nedir merak ediyorum. Hani kaşağı da bir çocuk öyküsüydü ama bir alt metni, anlatacak bir derdi vardı. Umarım onu da görürüm.

    -Kırık Salıncaklar

    Güzel bir hayal kırıklığı hikayesi. Tek ağızdan, tek kalemde çıkmış bir köşe yazısını andırıyor ve biraz da 80ler çocukluğuna öykünerek samimiyetten dem vuruyor. Tabi ben böyle söyleyince basitleşiyor gibi oluyor ama değil. Zira ben yazılanı samimiyetsiz bulmadım.

    Büyüyen bir çocuğun retrospektif vizöründen yıkılan bir hayalin tanımlaması yapılıyor. Zaman mefhumu fazla mevcut değil. Bunlar güzel. Ancak son cümlenin önüne düşen paragrafın oldukça klişe ve anlatıyı basit bir köşe yazısına çeviren bir etkisi olduğunu söylemeliyim. O paragrafa gerek yok. Ondan bir önceki cümlende ne dediğini hepimiz anladık zaten. Yani sona konan bir özet öykünün sıcaklığını götürebilir bazen.

    -Orta Sahanın Hayata Bakan Dilimi

    Birkaç imla hatasını saymazsak gerçekten güçlü öykü. Beğendim. Merak unsuru ve totem kullanımları yerinde. Giderek azalan yıldız ile kurulan analoji, karakterin hayal dünyası ile gerçeğin çocuk parkındaki simgesel karşılaşmaları başarılı. Futbol ve aşk gibi büyüklerin oyunu ile çocuk parkından sıyrılıp gerçeğin, oyundan başını kaldırman gerektiğinin acısı, tiz çığlıklar ve anlamsızca hayatın cezalandırması.

    işte güçlü birkaç duygu. Ve bunlar işaret ede ede verilmemiş. Başarılı buldum dostum. Hisseden ve hissettiğini aktarabilen bir yazar. Özgün olduğunu umuyorum. Kutlarım.

    -Üçüncü Sayfaların Kayıp Hikayeleri

    Şiirsel bir anlatımla bezenmiş ve çocuk parkını sadece fon olarak kullanan panoramik bir resim. Genel itibariyle nakış gibi seçilip işlenmiş tümceler ve güzel bir çizim var. Suburban yaşamın genel karakteri ve kaybetmeye mahkum olma tandanslı yapısı ağır roman misali şiirsellik eşliğinde süzülüyor. Bunu yazan yazar ya sarhoş olmalı ya da aşık. Genel anlamda.

    Bir de o ghetto yaşamı tasvir ederken naiflikten ötede biraz daha pis olmalı, küfürün rezillikle kaynaştığı bir ortam oluşturmalı diye düşünüyorum. Böylesi biraz daha küçük iskender formunda iken öylesi daha can yakıcı, daha sarsan bir öykü olabilir. Celine gibi.

    Sonunu beğenmediğimi söylemeliyim ama. Biraz daha uçarı ve tam zirvede bitirebilirdi. Hani kanyonu gösterip atlamayabilirdi, ya da sadece ‘’o soğuk çeliğe bakıp gülümsedi’’ diye bitirebilirdi.

    -Bir Çocuğun Hayatını Sikip Atan Fotomaç Gazetesi

    Öncelikle bir yazınızı dergiye gönderiyorsanız ‘’bu başlığı sol tarafta görünce’’ ya da ‘’facebook’ da adımı aratmayın’’ gibi interaktif sözlük jargonlarından uzak durmalısınız. Ya da bu yazıyı dergiye koymamalısınız. Yani benim görüşüm böyle.

    Öyküden ziyade anı tarzında gerçek bir hikayeden hareket eden yatılı okul, küçük çocuk, gurur kırılması ve bu kırıklığın tüm hayata yayılan çekilmiş enerjisi tadında anlatılmış bir yazı. Şahsi olarak ‘’içimizi ısıtan sıcacık hikayeler’’ gibi şeyleri sevmem. Yani yazılan gerçek olsa dahi ‘’babam cebindeki son parayı çıkartıp verirdi’’ gibi cümleler samimiyetten öte kendini anlatma derdine düşmüş bir ispat çabası hissi verir bana. Yazar istediğini yazmakta özgür elbette.

    Lineer kurgusunda zaman zaman yalpalamalar da yok değil. Bu yabancılaşmayı sağaltmak için kendi dip notları yerine kurgunun içine çekmeye çalışırsa daha iyi olur kanaatindeyim. Zira öyküdeki çocuk yazarın kendisi olsa dahi orada artık kendisi değil. Anladınız sanırım.

    Son cümle güzel.

    -ilk Aşk Son Orta

    Dramatik yapısı kendini çabuk ele veren bir öykü. Çoğu kişinin başarılı bulacağı bir hikayedir muhtemelen ama bu tip öyküleri çok görmüş biri olarak çok etkilendiğimi söyleyemem ne yazık ki. Yazım stili, devamlılığı ve karakter çiziminde sorun yok. Lakin klişe konuyu klişe sonla bitirirseniz sizi acımasızca eleştirirler.

    Bunun yanında futbol aşkını, yahut bir çocuğun en büyük haylinin kelimenin tam anlamıyla kırılmasını anlatan bu öykünün 2 yerine çocuk parkı kelimelerini koyarak da sıyrılamazsınız diye düşünüyorum. Yoksa derginin teması olmasının pek bir önemi kalmıyor.

    Karakter küçükken parka gidiyor, sonra 2 A4 futbol aşkı anlatılıyor, sonra yine parka gidiyor. Bu bir ilinti değildir. Ya da konu içine girmek değildir bana göre.

    Tüm bunları saymazsak futbol ve çocukluk hayallerinin gerçekleşmesi/yarım kalması hakkında bütünlüğe sahip bir anlatı.

    -Tlaloc la Dans Etmek

    Azla yetinemeyen ve kendi entelektüel birikimini kaldıramayan bir erkekle buluşmasının vasatlığını, geçtiği parkta yağmurla, aztec mitosuyla atan bir kadının öyküsü. ilginç bir konu, ilginç bir gelişim açıkçası. Ana karakter daha saldırgan ya da daha çekinik olsa daha başarılı olurdu diye düşünüyorum. Özellikle böyle makul miktarda ukalalık ve sayılan sanatçı adları insanları irrite eder. Bu durumda da şahsi kanaatim yazının içinden koparmamak adına ya çok ukala olmalı ya da karakter ters dönmeli.

    Bunun haricinde aztec tanrısıyla Andre Gide’ in (ve elbette Beethoven’ ın) Pastoral Senfonisi benzeri güzellemesi, dans edişi, sevişi yaratıcı bir çalışma. Lakin zeitgeist misali sadece içinde bulunulan ana odaklanmış olmasıyla eklemli bir öykü yapısı eksik kalıyor.

    Bir de şunu söyleyeyim. Öykünün başında, sonunda falan link, şarkı sevmeyen bir insanım. Hadi beni geç de öykünün sonuna o kocaman resmin konması nasıl bir kitsch’ liktir. isteyen, Tlaloc’ u bilmeyen aratıp bulmaz mı zaten? Anlatını yapıp reverans edecekken vikipediye dönüşen bir prensesin peşinden kim koşar?

    -Aile Mezarlığı

    Derginin en iyi 2-3 öyküsünden biri. Kendi içinde tutarlı bir trio ve alternatif sonlar, alternatif sonuçlar barındıran bir anlatı. Uzunluğu tam kıvamında, diyalog var, hareket var, inşaata sıçan, bally çeken ve bunu dosdoğu anlatan çocuk adamlar var. Samimi bulduğumu belirtmeliyim.

    Hakan Günday’ ı severek okuduğunu tahmin ettiğim yazar 2. Kısımdaki flashback’ de fazlasıyla mantıklı. 1. 3. Bölümlerde (ki ikisi aynı zaman dilimi) kimyasaldan uçmuş bir durumda ve zaten 3. Bölümün sonuna doğru tüm mantık kuralları ya da zaman oyunları çürüyor. Yalnız burada şöyle bir sorun var. 2. Bölümde yazar geçmişe döndüğünde nasıl zihni değişiyor. Çocukluk günlerinde zihninin berrak olmasıyla şu an kompleks olması arasında ters bir korelasyon var. Kısaca 2. Kısımda anlatıcının bir anda tutarlı olması flashback’ in içinden seslenme yanılgısına dönüşüyor. Yani anlatıcı o günleri anlatmak yerine o günlere döndüğü için zamansal bir kırılma oluyor. Bu da elbette öyküleme hatasıdır.

    Bunun yanında ‘’ya da’’ bağlacını 4-5 kez ‘’yada’’ olarak yazmasa, öyküdeki birkaç imla hatasını düzlese ve sonunu ‘’şimdi eşim dostum benim hasta sanıyor, yastayım hiç kimse bilmiyor’’ tadında bitirmese daha iyi olabilirdi.

    -Gerçek ve Hayal

    Öyküden ziyade küçük bir fragman gibi buldum. Tam olarak ne anlatmak istediği açık değil. Sadece kızını çocuk parkına getirdiğinde kendi duygusal bunalımına düşen bir kadının portresi ise pek anlamlı bulmuyorum. Çünkü herkes bu veya buna benzer durumları zaten kendi öyküsünün içine sıkıştırıyor. Zemine yayıyor, ana fikir olarak kullanmıyor. Anlatabildim sanırım?

    Onun dışında sevdiği kişiyle evlenemeyen, başkasından olan çocuğunu keşke o sallasa diye hayıflanan olgun bir kadının serzenişinden çocuk parkı analojisi çıkarmak zor olmalı. Yazar baya uğraşmış sanırım. Nedense aklıma kramer vs kramer’ i getirdi. Onda böyle bir park sahnesi vardı. Çok da alaklı değil gerçi.

    Neyse, ben sevmedim.

    …

    Sevgiler…
    0 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük