ittihat ve terakki cemiyeti

entry312 galeri video1
    60.
  1. ''oniki sene evvel "ittihâd ve terakki" namıyle memleketimizde bir bid'at çıktı. selanik dönmeleriyle aslı nesli, mezhep ve meşrebi belirsiz ecnâsı muhtelife türedilerden mürekkep olan bu cemiyet; istibdadı kaldıracağız, meşrutiyet ve hürriyet getireceğiz, hükümet ahâlîye zulmetmeyecek, halk rahat edecek, devletlerin yanında kadrimiz, itibârımız yükselecek diye bizi aldattılar. o zamanki padişahımız sultan hamid'i de aldattılar. padişah ile millet baba evlât gibi birbirine ısınacak, yakacak dediler. arası çok geçmedi, iptida padişahı aldattıkları meydana çıktı. bir "otuzbir mart" desisesiyle sultan hamid'i bîgayrihak tahtından indirdiler ve sarayını bulgar eşkiyasıyla birlikte yağma ettiler. hatta bu eşkiya ile beraber harem-i hümâyûna kadar girerek oradaki muhadderât-ı muhteremenin üstünü başını aradılar, ziynetlerini soydular. otuz bu kadar sene makam-ı hilâfet ve saltanatta bulunmuş bir padişah-ı zîşânın kendine ve ailesine karşı reva gördükleri o hakaret bu denilenin nasıl cibiliyetsiz ve hayasız bir eşkiya çetesi olduklarını göstermişti; padişaha yaptıkları muameleden milletin başına neler getireceklerini anlamak güç bir şey değildi. fakat biz o zaman anlayamadık, cenâb-ı hak basiretimizi bağlamıştı. yine "otuzbir mart" hadisesini bahane ederek selânikt'ten istanbul'a gelen düzme haraket ordusu yani ittihâd çetesi pây-i taht'taki asker neferlerini zavallı vatan kuzularını din hadimleri olan talebe-i ulûmu, ulemayı sokak ortalarında süngülemişler ve birçok mazlumları darağacına asmışlar ve fatih camii şerifine kurşun yağdırmışlardır. o vakalardan da bu heriflerin maksat ve mahiyetlerini anlamak lâzım gelirdi. fakat yine anlayamadık. o günden sonra bu eşkiya devlet-i osmaniye'nin idaresini ellerine aldılar. ellerine geçirdikleri devlet ve saltanat-ı osmaniye'nin hududu bağdat, basra, hicaz, şam, halep, diyarbekir, musul, yemen, erzurum, izmir, bosna, arnavutluk, edirne, trablusgarp, rumeli gibi büyük vilâyetleri ve ülkeleri cami idi. sonra gaflet ve cehaletleri yüzünden iptida trablusgarp gibi milyonlarca islâm memleketini elden çıkardılar. biraz sonra arnavutluk'taki din kardeşlerimize de fena muamele ederek rumeli'nin kalesi mesabesinde olan o yerleri karıştırdılar, ateşe verdiler. bu yüzden kendilerinin de mevkii sarsıldı. arnavutların gayreti ile ve istanbul'da çalışan mücahit ve muhaliflerin muâvenetiyle ittihatçılar devrildi. gazi muhtar paşa ve kâmil paşa heyetleri hükümete geçti. fakat ittihatçılar el altından çalıştılar. balkan harbi'ni ihdas ettiler ve kâmil paşa hükümetini küçük düşürmek için bu muharebede osmanlı ordusunun içine girerek allahtan korkmadan ve vatana acımadan bin türlü yalan dolan, hile ve desiselerle islâm askerlerinin bozulması için çalıştılar. daha sonra apaçık eşkiya gibi bâb-ı âli'yi bastılar. harbiye nazırı nâzım paşa'yı şâir bigünah devlet memurlarını öldürdüler. ve tekrar hükümete geçerek eski zulüm ve şiddetlerini kat kat ziyadesiyle tekrara başladılar. mahmut şevket paşa hadisesi vesilesiyle yine darağaçlarını kurdular. damad-ı şehriyari salih paşa merhum ile beraber sürü sürü insanları astılar. vapurlar dolusu binlerce halkı sinob'a sürdüler. sözde hürriyet verilen ahâlinin ve efrâd-ı milletin ağızlarını kapadılar, kilitlediler. istediklerini yaptılar ve bir kelime itiraz edeni boğdular, susturdular. yapılan mebûsân intihâblarında sopayla silâhla halkı tehdit ederek ve bazı yerlerde adam öldürerek milletin reyini cebren istediklerine verdirdiler, bu suretle intihâb olunan mebuslar da milletin hukukunu müdâfaa edecek yerde, ittihatçıların dalkavukluğunu yaptılar, hak ve hakikati ketmettiler, millete söylemediler. eğer millet, bu gibi intihâb esnalarında biraz daha gayrete gelerek ittihatçılara karşı mücahede eden muhaliflerle elele verip de bu zorbaları vaktiyle başından defetmiş olsaydı bugünkü felâketlere maruz olmayacaktı. mateessüf öyle zamanlarda yalnız muhalifler çalıştı. ittihatçıların cebir ve çevrine göğüs gerdi, fakat milletten hakkıyla yardım göremeyen o bir avuç erbâb-ı hamiyyet ve muhalefet ordusunun bir kısım zâbitânına istinâd eden ittihatçılarla başa çıkamadı; kahroldu, perişan oldu ve zavallılar vaktiyle ittihatçıların ne kadar muzır ve muhlik bir mahlûk olduğunu anlamak üzere her türlü belâlara maruz olurken beri tarafta milletin ekseriyeti seyirci gibi duruyor ve güya; bize dokunmayan yılan bin sene yaşasın der gibi aldırmıyordu. harb-i umûmî ihdas olunup da harb ve açlık sebebiyle her evden bir ölü çıkmağa başladığı gün millet ve memleket vaktiyle ittihatçılarla çarpışan mücahitlere yardım etmemesini cezasını re-yelayn müşahade etti, fakat iş işten geçmişti.

    filhakika ittihat ve terakki'nin kıpkızıl cahil ve kanlı elleriyle, bütün dünya için bir tehlike olan o harb-i umûmiyye istemeye istemeye sürüklendiğimiz zaman, millet ve memleketimiz için kıyamet kopmuştu. bu muharebeye karışmayıp uzakta durmak eşlem ve elzem iken almanların teşviki ve enver ve talât gibi çılgınların delâtiyle kendimizi öyle bir tehlike-i uzmâya ilka ettik; bütün dünya ve bütün âlem-i islâm bizi ayıpladı, artık bizim işimiz daha o gün bitmişti. koskoca saltanat-ı osmaniye beş on serserinin keyif ve arzusuna feda edilmişti. artık hudutta ve muhtelif cephelerde milyonlarca evlâd-ı vatan su yerine kırılıyordu. halbuki bu kadar fedakârlığa rağmen ingiliz ve fransız gibi muazzam ve muntazam devletlere karşı bu muharebede katiyen bizim için kazanmak ihtimâli yoktu. bir taraftan da meydan-ı harblerdeki zayiatımız kadar ve belki daha fazla olarak ahâli açlıktan ve sefaletten zayiat veriyordu. efrâd-ı millet bu hal-i felâket ve sefalette kıvranırken, biçare anadolu yavruları anababa kuzuları kızgın çöllerde ve karlı dağlarda mihnet ve meşakkat altında aç ve susuz can verirken ittihatçılar istanbul'da ve tehlikeden uzak yerlerde zevk-ü sefa ile vakit geçiriyor, istediği gibi yiyor, içiyor, yüz milyonlarca lira borca soktuğu hazine-i milletten, beytümâl-i müs-limanden, nafaka-i masuminden para çalıyor, zengin olmaya çalışıyor ve milletin hali pür-melâliyle adeta istihza ediyordu.''

    iskilipli atıf hoca
    0 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük