Saatin alarmıyla sıçradı dilek... Oda loş ve havasızdı. Başka bir gün olsa pencereye vuran yağmur damlalarını duyunca saati duymazdan gelir biraz daha uyurdu ama...
Ama bugün "o gün" dü...
Ayağa kalktı... Pencereden dışarıya baktı... Cadde gene işe ve okula yetişme telaşesi içinde koşuşturan insanlarla doluydu. Yağmurdan dolayı hepsinin başı öne eğik, suratları asık...
-kahretsin...
Kendini bildi bileli sevememişti yağmuru... Gri bulutlara gebeymiş gibi üzerinize gelen bir gökyüzü... Soğuk, ıslak, çamur... Yağmurun ona hissettirdiği güzel hiçbir şey yoktu. Hüzündü tek verdiği...
-Duş almalıyım. Saçlarıma sinen sigara kokusundan kurtulmalıyım. .
diye geçirdi içinden dışarıyı izlerken... Banyoya yöneldi. Buz gibi suyun altında kendine gelmeye çalışırken düşündü. Onu görecekti bugün.
ilk kez 2 ay önce görmüştü deniz i.iki arkadaşıyla beraber orada tam karşısında oturuyordu. Hüzün çökmüştü gözlerine. Kâh oturuyor kâh kalkıp heyecanla bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Bazen göz göze geliyorlardı. O koca kalabalığın içinde sadece ikisi kalıyordu o zaman. Çevreden gelen sesler boğuklaşıyor, yüzler silikleşiyor, oda aydınlanıyordu o anlarda. Dilek o gün vurulmuştu Deniz e...Denizin hiç farkında olamayacağı Sessiz ve platonik bir aşktı onunki. Göz göze gelmelerinin bile kalbinde fırtınalar koparmasına yeten bir aşk...
Acele etmeliydi. Özenle giyindi. Normalde kotunu, üstüne de kazağını giyer çıkardı ama bugün güzel olmalıydı. Bugün kaçak kaçak baktığı o gözlerin hakkını vermeliydi...
Vakit yaklaştıkça heyecanı artıyordu. Öyle ki elleri titremeye başlamıştı artık. Zar zor rujunu sürdü. Son bir kez aynada kendine bakıp kapıya yöneldi ve kendini sokağa attı...
Az önce penceresinden gördüğü kalabalığın içine karıştı. Bağıran kornaların, insanı boğan egzoz dumanının içinde koşar adımlarla karşıya geçip 200m ilerdeki işyerine doğru yürümeye başladı...
3 sene önce başlamıştı işe. Sevmiyordu işini. Kendi isteğiyle seçmemişti çünkü. Her gün onlarca hüzne tanık olmak kâh üzülmek kâh kinlenmek sürekli bu duygu yoğunluğunu yaşamak yoruyordu onu. Bugün de o günlerin en zoruydu... Ya her şey kötü biterse... Ya hiç aklına bile getirmediği ihtimal gerçek olursa... Bir an karamsarlık çöktü içine.... Sonra hemen toparladı kendini... Yenilmeyecekti... Her şey güzel olacaktı...yıllar sonra bunları omuzunda yatarken ona anlatacak,birlikte gülümseyeceklerdi hayata...
Vardığında sırılsıklam olan yağmurluğunu asıp yerine oturdu. Kâğıtlarını çıkardı, sandalyesinde doğruldu ve derin bir nefes alırken etrafına baktı...Yine çok kalabalıktı. Bağrışanlar, kendi aralarında konuşanlar, ağlayanlar...
Sonra birden kesildi tüm sesler. Açılan kapının ardında o gözleri gördü. Deniz karşısındaydı işte...
Şimdi duyabildiği tek ses kalbinin atışlarıydı. Öyle hızlı atıyordu ki...
Deniz başını öne eğip yerine doğru yürüdü...Oturdu. Bugün ilk defa yorgun görünmüyordu. Üzerinde ütülü siyah bir gömlek altında siyah pantolonu vardı. Saçlarını geriye doğru taramış, tıraş olmuştu. Ama gözlerindeki o hüzün... Dilek ne olursa olsun o hüznün silinmeyeceğini fark etti Denize bakarken.
Sonra işine koyuldu...
Tık..tık..tık..
Kaçamak bakışlarla Deniz e bakarken bir yandan işini yapmaya çalışıyor ama heyecandan titreyen ellerinden daktilonun tuşlarına basacak gücü bulamıyordu kendinde. Ara sıra gözünü kaldırıyor zaman zaman bağırarak zaman zaman sesi titreyerek konuşan Denize bakıyordu.
Böyle bir saat geçti...
sonra kalabalığın uğultusunun tonunun değiştiğini farketti... Etrafındaki siluetler kapkara ruhlar haline dönüşmeye başladı...Gökyüzünün griliği mahkeme salonunun çatısından içeri sızmaya başladı... sonra hiçbir ses duyamaz oldu...Kötü şeyler olacaktı...hissediyordu. hissediyor Deniz i bu kötü ruhların arasından kopartıp kurtarmak istiyordu...bu düşüncelerle boğuşurken Birden onu uyandıran sesle kendine geldi Dilek...
"-Yaz kızım... Gereği düşünüldü.
Deniz Şahin ve Yasin Koçak, Mahkememiz Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın bir kısmını tağyir, tebdil veya ilgaya cebren teşebbüs suçunu işlediğinizi sabit gördü.... "
tık tık tı...
Aniden inen bulutlar her yeri kapladı... tüm mahkeme salonu hüznün siyahına bulandı...
"Türk Ceza Kanunun 146/1 maddesi uyarınca ölüm cezası ile tecziyenize karar verdi."
Parmaklarını kıpırdatamaz hale geldi dilek. Dili, damağı, dudağı kurudu...Hissettiği dayanılmaz acıyla Gözünden iki damla yaş süzüldü...
sonra zorlukla doğruldu yerinde, parmaklarını tuşların üzerine sürükledi yavaşça... yazmaya başladı...Harfler segmandan teker teker kalkıyor önündeki şeride vurdukça kâğıda bir şeyler yazıyordu ama ne, ne yazdığını, ne de nasıl yazdığını görebiliyordu Dilek.
Şaryoyu yerine getirirken kendisini güçlükle toplayıp son bir kez Deniz e baktı. Hüzün dolu gözlerine artık umutsuzluk da eklenmişti ve Dilek sevdiği adamın ölüm fermanını kendi parmaklarıyla harf harf işliyordu kâğıda... Ama tuş her kalkıp şeritle birleştiğinde kalbine saplanan bıçağın acısıyla kendini de öldürüyordu...
Hani bir umut vardı ya,Yaşamak için, Nefes almak için, Başımı omzuna koyup hayaller kurmak için, o da seninle göçüp gitti...