beelzebub ile düşüş

entry1 galeri
    1.
  1. Eski usul kara bir bacadan dumanlar daireler çizerek yayılıyor. Bir haberci bu. Hayat hareketleniyor saklandığı yerde ama en ufak bir ipucu yok. Biz çaresiz deliğimizdeyiz ama bilgelik sokakta kol geziyor. Ve hepsinden önemlisi yerde yatan askerin sol yanında iki kırmızı delik var.

    …

    ilgimin olmaması en büyük sorunum sanırım. Saat sabaha yakın ve ben yapacak bir şey bulamıyorum. Boyanmış bir güvercin gibi hayatı kendi eksenimde yargılamaktan başka yolum yok. Ve kendi yoksunluğum büyütüyor beni. Seksin bencilliği şaşırtıyor, ilişkiler ölüme uçuyor ve ben yalnızım. Buzdolabıyla kavga ediyorum bir süre ve sonra yoruluyorum. Sabaha biraz daha var. Mantık içinde gelişmeli ama gelişmiyor. Henüz tek satır yazamadım.

    Zamansızlık hep hoşuma gitmiştir. En çok da ölümde. Yaşamı onurlandıramıyorsak ölümü güzellemeliyiz diye düşünürüm. Ama benim orospu çocuğu düşüncelerimin de pek bir önemi yok.

    Düşüş böyle başladı sanırım. insan kendi doğasında ilginç bir şey bulamayınca eksik olanı arıyor ve eksik olan sadece ölüm. Buhurdanlıktan yayılan saf bir acı. Saflık ki hayatta sahip değiliz…

    Alacakaranlıkta denizi görmelisin. Eğer bunu hiç görmediysen yaşamın yarım. Öyle güzel çağırıyor ki kendine. Bir ritüel. Sesi bile yok. O bir bütün ve seni istiyor. Birlikte olun diye değil. Seni alaşağı etmek için. Ve sen inersin soğuk karanlığa; ki o sarıdır, ve azizlerin nefesi boğulur. Kendini boğulurken görmelisin. O ne güzelliktir, bir gelinin vakarından aşağıda. ifrit, sert ve güzel. Tüm kumsallar seni yıkar ve sen bağırmanın ötesinde arınırsın bir çağlayanın meşruluğu gibi. Hayat. Şaka.

    …

    Acıyla doğrulduğumda nefesimin benden uzakta olduğunu hissettim. Sol bacağımdaki krampın ağrısı ve yatağın yumuşaklığı patetik bir tezat olabilirdi ama acım baskın çıktı. Sert bir geceydi, ne zaman uyuduğumu anımsamıyordum, bacağım sızlıyordu ve tek satır yazamamıştım. O günlerde Kapitanskaya Doçka üzerine bir varyasyon yazmaya çalışıyordum ama zihnim benden kaçıyordu. Kapımın çalmasını bekliyordum.

    Karşımda duran sarhoş bir arkadaşım ve yanındaki en az 2 metre 10 santimlik kızıl bir kadındı. Kızıl tarifine uymuyordu. Güneşten kopmuş, tesadüfen buraya düşmüş gibiydi.

    -Uyumadığını söylemiştim sana. Biliyordum uyumadığını.

    -Evet, Neredeyse. Girin.

    Pembe kanepeme oturup yaklaşık 1 buçuk saat hiç konuşmadan durdular. Kutsal anlara saygı duyarım ama bu öyle bir şey değildi. Yanımızda bir ucube vardı fakat onu keşfetme cesaretimiz eksilmişti. Boyu uzun olduğu kadar iriydi de. Benim en azından 3 katım gibiydi ve tahterevallide yapacağı masum bir şaka sıradan bir erkeği fezaya yollayabilirdi. Elleri pençeye benziyordu. Ve tüm bu grotesk görünümüne rağmen insanda sahip olunacak bir oyuncak hissi uyandırıyordu. Şeytanı becerip ilahlığını ilan etmek gibi. En başta konuşma açamadığımızdan olacak yapacak hiçbir şey bulamıyorduk. Sonra o devasa kadın yaratık sanırım tuvalete gitti.

    -Ne yapmaya çalışıyorsun?

    -Ben mi? Dostum sana sadece iyilik yapmak istedim.

    -O kim peki?

    -Bilmiyorum. Ne fark eder?

    -Doğru. Peki neden konuşmuyorsunuz?

    -Bilmem. Senin için önemli mi bu?

    -Bir tuhaflık var.

    Kadın döndüğünde sessizdik yine. Bir oyunu bozmaktan korkuyor gibiydik ama kimsenin oyunun ne olduğu hakkında da bir fikri yoktu sanırım. Yerine oturup bana doğru döndü. Nefesinde ejderha pisliği vardı. Tek eliyle boynumu tutup tiz bir çığlık kopardı. Bütün mahalle uyanmış olmalı diye düşündüm. Ateşin ortasına bırakılmış bir hayvan gibiydi ve biz etrafında dönüyorduk. Ucuz bir vodvilin yapmacık parçalarıydık. Ne yapabilirdik?

    içeri gidip kısa bir süre durdum ve bir sürahi su getirdim. Bardağa ihtiyaç duymadan hepsini içti. Şaşkınlığımı gizlemek istiyor ve kendimce renk vermiyordum. Tekrar kalktım.

    Döndüğümde ikisi dillerini birleştirmişlerdi. Yine de öpüşmüyor öylece stabil duruyorlardı. Poz veriyor gibi aptalca bir görünümleri olduğunu düşündüm. Sehpanın üzerini temizleyip 3 çizgi attım. ilgilerini çekmişe benziyordu. Çekmişti. Ve sırayla hepimiz o sehpanın üzerinde kaybolduk.

    …

    Gözümü açtığımda ağzındaydım. O da arkasında. Tahrik olmanın ötesinde kaynar suya girmişim gibi yanıyordum. Çok güzel ve çok acıtıcı. Beni emerken çıkardığı orgazm çığlıkları ve arkasındaki vasat kamyon birleşince oldukça kakofonik bir durum oluşuyordu. 41 derece ateşim vardı ve bir gayzer gibi çalkalanıyorduk.

    O hafif ama tiz kahkahasını tanımlayamam sanırım ama içindeyken duyduğum haz hiçbir şeye benzemiyordu. iğdiş edilmiş bir sıçan gibi çırpınıyor ama kendimi ondan kurtaramıyordum. En tuhafı hoşuma gitmesi ile acıtmasını kıyaslayamıyor, kendimi o dev velociraptorun himayesine sunuyordum. Erkeklik gururum defolanmıştı ama bırakamıyordum.

    Derken boşaldım. içimdeki en küçük ölü köpek bile havaya kanatlandı. Camlar eğrildi ve titreşim bizi olanaksız kıldı. Daktilomun tuşları nefes alıyordu. iştar kapısı kırıldı. Tüm o kızıllığın içinde Simurg’ un göğsüne palamı sapladım ve yolunmuş tüylerini ağıt gibi göğsümde tuttum. Tam 3 buçuk saat...

    …

    O sabah dişlerimi fırçalamaya çalışıyor ama başaramıyordum. Bir güç bana engel oluyor ve varlığımı sıkıştırıyordu. Cinayet işlemiş gibi suçlu hissediyordum. Yazmam gereken bir varyasyon vardı ama pek umurumda değildi. Lanet zaman bile hıncını çıkarıyordu. Daktilomun üzerine şarap döküldüğü için biraz sert basıyordu ve ben kendim değildim. En iyi ihtimalle başım delinmiş. Biraz daha zamana ihtiyacım vardı. Bin yıllık acıyı avutabilmeliydim. Kağıdımın üzerinde kızıl bir hikaye duruyordu. ihtiyacım vardı. Umursamıyordum. Uyudum.

    Ve saat tam 4.30 gibi birisi benim bacağımı kırmaya çalışıyordu.
    0 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük