ikinci sayısı çıkan söykü dergisini, ilk sayısı da dahil olmak üzere, adeta uludağ sözlüğün bir prototipi olarak görüyorum. yani o derece renkli, o derece farklı ve aslında o derece başka dünyaların insanları yazıyor ki bir hikayeden diğerine geçişiniz sanki bir zaman tunelinden başka bir zaman ve düşünce boyutuna geçer gibi. kötü yönü, bir süreliğine adaptasyon güçlüğü çekmeniz ama bu durum, sıkılmadan bir çırpıda okuyup bitirmenize de olanak sağlıyor.
başta anadolu insanı olmak üzere bir tasvir üstadı olan kemal tahir'in önemli bir gözlemi vardır;
" yazarları şahsen tanıyıp insani ilişkileri konusunda fikir sahibi olabilirsiniz. ancak, eserlerini okuduğunuzda; onların iç dünyalarını keşfetmeye başlarsınız ki kendilerini tümüyle özgür hissettikleri bu ortam, onlar hakkında daha doğru bilgiler verir. bu noktadan hareketle, günlük yaşamları ile tanıdığım birçoğu hakkında beslediğim önyargılarımın bir-bir çöküşüne şahit olmuşluğum vardır."
bu bağlamda, sözlüğe entry girerken ciddi olayları ve hatta hayatı dahi ti'ye alan kimi yazarların, klavyenin başına oturup bir hikaye yazarken gösterdikleri özen, bir şeyler yaratma ve bir takım mesajlar verme çabaları övgüye değerdi bence.
canını kurtarmak için bin türlü maskaralıklar yapan, gereğinde yaltaklanan, olmadı; aman! dileyen bir karakterin, düşmanının elinden canını kurtarma mücadelesi, hissiyatı ne denli içtenlikle işlenmiş ve okuyucuya yansıtılmış. diyalog hikayeler, bana çoğu kez sıkıcı gelmiştir ama bunu keyifle, bir çırpıda okudum ve bitti.