fare ve intikam

entry2 galeri
    1.
  1. uludağ sözlük öykü dergisi için iki saatte hiç düşünmeden yazdığım; benimde biraz katkım olsun dediğim tuhaf hikayemin adıdır.
    not: yazım aşaması her ince ayrıntısına kadar gerçektir.

    öykü şöyledir;

    Küçüklüğünden beri her zaman yazmak istemişti. Yazar olmasa bile, olamasa bile, en azından bir şeyler karalamak hayaliydi. Ne de olsa okuma yazma biliyordu. Okuyabilen adam yazabilirdi de ona göre. Çünkü okunan da yazılmıştı bir kere. Nihayet o istek ilk kez bu kadar ciddi bir şekilde düşüvermişti beyninin o umarsız kıvrımlarına. Bu defa yazacaktı. Yazarı olduğu özgür bir internet sitesinde yazma şansı doğmuştu ona. Aslında pek yazar sayılmazdı. En fazla birkaç satırlık yazılar giriyordu, çoğunun da amacı komiklikler, şakalar yapmaktı. O yüzden kendine yazar diyemiyordu. internet sitesindeki bazı yazarlar tarafından ortaya konan güzel bir düşünce sonucu ortaya çıkan hikaye dergisi girişimi çok hoşuna gitmişti. ilk sayıda yazacağım düşüncesiyle yanıp tutuşuyordu. Ama her ne olduysa yazamadı ilk sayıda. ikinci sayının konusunun belirlenmesini bekledi. Hikayelerin seçim tarihine birkaç gün kala ikinci sayının yayımlanmasından haberdar oldu. Konu fareydi...

    içini tuhaf bir şey kapladı yazarın. Korkuyla tedirginlik arasında koşuyordu beyin hücreleri. Korkuya varınca tedirgin, tedirgine varınca korkuyordu her bir düşüncesi. Yazması zordu ve iki gün bile kalmamıştı hikayenin gönderilmesine. Aklına değil bir hikaye, bir peynir kırıntısı hükmünde bir cümle bile gelmiyordu. Bir an içinden bu konuyu seçenlere inceden kelimeler dizdi ardı sıra. "Bu ne demekti?", "Fare ile ilgili ne yazılabilir ki?", "Fare mi?","Ne faresi?"... Sorular aklını acıtmaya başladı. Zaten soru işaretlerinin hançere benzemesini de buna bağladı. Fazla zamanı yoktu fareleri düşünecek ama düşüneceği tek şeyin de fare olduğunu biliyordu. Çok ironik bir durumdu bu.

    -"Fare" dedi. Düşünmeye devam ederken. Hemen fare ile ilgili bilgilerini gözden geçirdi. Fare, küçük bir memeli hayvandı. En çok bilinen farenin küçük ev faresi olduğunu da biliyordu. Bir defasında daha çok küçükken avlulu evlerinin bahçesinde gördüğü küçük fındık faresi aklına geldi. Yedi yaşındaydı. Gündelik sıkıntılar, ekonomi, insan hakları, demokrasi v.b konular umurunda bile değildi. -Keşke de öyle kalabilseydi herkes, kendisi de dahil- Pazar sabahı erkenden uyanmış hemen kümese inmişti. En sevdiği şeyi gerçekleştirmek üzereydi. Kümesten taze yumurtaları toplamak. Hala sıcacıktı yumurtalar -artık değil-. Tam çıkarken kümesten o küçük fındık faresini gördü. Biraz korktu ama korkusu o kadar büyük değildi, çünkü fare de büyük değildi. Hala o fareyi bugün bile hatırlayabilmesini sağlayan tek şeyin o minik fındık faresinin dudaklarının kırmızı olmasıydı. O kadar kırmızıydılar ki sanki makyaj yapmıştı fare.

    Bu küçük beyin yolculuğu yazarı gülümsemeye itti. Ancak yazacaklarının bununla sınırlı olmaması gerektiğini biliyordu. Daha başka ne biliyordu fare ile ilgili? Kedi, yılan ve bazı yırtıcı kuşların peşinde olduğu fare ile ilgili ne biliyordu? Ekosisteme en iyi adapte olan farenin, bu başarısını sağlayan acaba neydi? Çünkü fare çevreye uyum konusunda gerçekten başarılıydı. Üniversite yıllarında fareler ile ilgili küçük araştırmalar geldi aklına. 40-50 günde olgunlaşabilmeleri çok ilginçti farelerin. Peki ya laboratuvar araştırmalarında neden fare tercih ediliyordu? Herkes biliyordu biyolojik ve psikolojik çalışmalarda hep fareler kullanıyordu. Herkesin pis diye nitelendirdiği bu küçük hayvanların aslında takdir edilmesi gereken, minik kurtarıcılar olduğunu bilmiyor muyduk? Farelerin laboratuvar çalışmalarında kobay olmasının nedeni insanlar ile yapısal yakınlığının yüksek olmasıydı.
    Bu her zaman yazara tuhaf gelirdi. Neden fareler ile insanların homolojileri bu kadar yakındı? insan genomları ile fare genomlarının birbirine yakın oluşunu öğrendiği zaman hayretler içinde kalmıştı. Farelerin bu çalışmalarda kullanılmasının başka basit yan sebepleri de vardı. Farelerin küçük ve ucuz olmaları, kolay elde edilmeleri, çiftleşme sürelerinin kısa ve zahmetsiz olması gibi.

    Bunları düşünürken aklına yazarın evcil hayvan olan fare de gelmedi değil. Düşündükçe aklına daha çok şey geliyordu yazarın.
    -"Meğer ne kadar yakınmışız fareye" diyerek iç geçirdi.
    Prehistorik çağlarda insanların fare yediğini biliyordu ve bu her aklına geldiğinde kusacak gibi oluyordu yazar. Hala Zambiya ve Malavi ülkelerinde fare yendiğini sağdan soldan duymuştu ve hala kusmak istiyordu bu satırları düşünürken. Yaptığı küçük bir araştırma da prehistorik çağlarda insanların hemen hemen tek protein kaynağının fare olduğunu öğrendiğinde zorlanması da bu yüzdendi. 2011 yılında okuduğu bir gazete küpüründe israilli bilim insanlarının farenin hava yolları güvenliğinde kullanılabileceğini belirtmeleri de ayrı bir konuydu tabii ki...

    Fare ile ilgili başka yazılacak bir şey kalmadığını düşünüyordu ve yazdıklarını silmekten başka bir çaresi de yoktu yazarın. Çünkü konu zordu ve zaman kısıtlıydı. Ama bir şeyler yazma isteği öyle güçlüydü ki, onu bu isteğinden vazgeçirdi. Arkasına yaslandı ve düşünmeye başladı. O kadar zor muydu fare ile ilgili bir şeyler yazmak? Düşünmeye devam etti. Aklına fareden başka bir şey gelmiyordu. Olması gerekende buydu. Ama yazacak bir şey bulamıyordu. Aklında çeşit çeşit fare belirdi. Ev faresinden, kobay fareye her çeşit fare silueti belirdi o çorak topraklarında beyninin. Ama yine de yazamıyordu. Kendini çok zorladı fareden başka bir şey bulmak için ama yine de içinde fare olması gereken. Fareyi uzaya göndermeye çalıştı ama bu çok saçma bir hikâye olurdu. Fareli köyde kaval çalan adamı düşündü ama bu zaten yazılmıştı. Farelerin içinde olduğu bir korku hikayesi düşündü ama bu da çok bayağı kaçardı. Üzüldü yazar; kim üzülmezdi ki ilk denemesinin böyle fiyaskoyla sonuçlanmasını...

    Öldürmek istiyordu onu. Hem de öylesine büyük bir arzuyla. Beş yıl beklemişti onu. Tam beş yıl. Meraklısı için 43.800 saat ederdi ki her saat ona bir ızdırap yılı gibi geliyordu. 2007 yılının bahar aylarıydı. Nişanlısıyla Gülhane Parkı'na gitmeyi düşünüyorlardı, oradan da Eminönü'ne balık ekmek yemeye. Tramvaydan indiler ve karşıdan karşıya geçmek için kırmızı ışığın yanmasını beklediler. Tam kırmızı ışık yanmıştı ki; hızından hiç bir şey kaybetmeyen bir sürücü tam ortalarına dalmıştı. Yolu ortalayan Burçin, solundan hızla gelen arabayı görünce ne yapacağını şaşırmıştı. Ne yazık ki Burçin'in şaşırmaktan daha fazlasına ihtiyacı vardı. Zamansız bir ölümdü, her ölüm gibi. Burçin'in ölümü, Adnan'ın da ölümüydü...Üç ay sonra evleneceklerdi. Ama artık o arabanın içindeki canavar onu öldürmüştü. Burçin'i öldüren sadece canavar şoför değildi. Yüce Türk adaletiydi de. Ona beş yıl vermişlerdi ceza olarak. Neymiş? Taksirli adam öldürmek? Neymiş? istemeyerek de olsa bir insanın ölümüne sebebiyet vermek. Neymiş? Maktul, kırmızı ışığın yanmasına müteakip arabaların reaksiyonunu beklememiş. Hepsi zırvaydı. Adaleti kendisi verecekti. Beş yıl beklemişti. Beş yıl boyunca ölüp ölüp dirilmişti. Bu kanalizasyon sisteminde pis bir fareyi ortadan kaldırmak için. Planlar kurmuştu ve planını hayata sokmak için gün gelmişti. Canavarın ölümünün de canavarca olmasını istemişti.

    Beş yıl boyunca fare beslemişti. Farelerle o kadar yakın olmuştu ki bütün fareler onu rahatlıkla anlıyordu. Her akşam farelere alacağı intikamın onu rahatlatacağını anlatıyor ve farelerin ona yardımcı olmasını istiyordu. Beş yıl boyunca yüzlerce faresi olmuştu ve hepsini besliyordu. Tüm maaşını farelere harcıyordu. Artık o kadar odaklanmıştı ki intikamına başka bir şey düşünemez olmuştu.

    Gün gelip çatmıştı. Bütün farelerin dikkatlice kamyonete binmelerini söyledi. Ustalarını hayranlıkla izleyen fareler usulca, kendilerine söyleneni yaptılar ve kamyonete bindiler. Kamyonetin gideceği adres belliydi. Canavarın evi. Aracı kullanırken gözünün önünden Burçin gitmiyordu. Kimbilir belki şimdi çocukları bile olmuştu. Ama olmadı. Hayat her zaman o kadar adil değildi. Adalette her zaman hayaldi bu ülkede.

    Bekliyordu gecenin gelmesini canavarın evinin bulunduğu yolun köşesinde ve artık zamanıydı. Kamyoneti usulca park etti evin önüne ve evin içine girmek için usulca kapı kilidini devre dışı bıraktı. Evet, bunu da öğrenmişti. Çok zamanı vardı. Planının kusursuz işlemesi için kilitli bir kapının nasıl açılacağını bilmeliydi ki internet siteleri bu konuda ona yardımcı oldu. internetin insanı katil veya bilim adamı ya da avukat yapabileceğini herkesten daha iyi biliyordu. O sadece katil olmak istiyordu. Ancak bu onu rahatlatabilirdi.

    içerideydi. Canavarın uyuduğu odaya geçti. Canavarın uyuduğunu gördü. Canavarın burnunun dibindeydi. Bayıltıcı spreyini sıktı. Canavar uyanmamıştı bile. Daha sonra yapılacaklar basitti. Odayı boşalttı. Canavarı sandalyeye bağladı. Ağzını da bantladı ve canavarın uyanmasını bekledi. Uzun sürmedi canavarın uyanması. Panik içinde çırpınmaya başladı canavar. Tanıdı Adnan'ı. Adnan'ı, Burçin'in nişanlısı. Beş yıl önce öldürdüğü Burçin'i. Anladı canavar olacakları.Ölecekti. Burçin de ölmüştü.

    Adnan kendinden emin bir şekilde tekrar dışarıya yöneldi. Kamyonetin arka kapağını açtı. Farelerin onu takip etmesini istedi. Yüzlerce fare birer emir eri gibi Adnan'ı takip etti. O kadar sessizdi ki, farelerin ayak gürültüsünden başka bir şey duyulmuyordu. Canavarın bulunduğu odanın kapısının önüne geldiler. Adnan yüksek sesle hikayesini bir daha anlattı askerlerine. Canavar duyuyordu her şeyi. Ama ne olup bittiğinden emin değildi. Adnan kime anlatıyordu olanları? Polise mi? Polis ile işi yoktu canavarın. Hallolmuştu devletle meselesi.

    Adnan kapıyı açtı, canavarla göz göze geldi. Hiçbir şey söylemedi Adnan. Sağ elinin işaret parmağıyla onu işaret etti. Canavar hala bir şey anlamamıştı ta ki ona doğru gelen yüzlerce fareyi görene kadar...

    Yazar öyle bir sıçramıştı ki koltuktan, sanki koltuğa bağlanmış olduğunu hissetti. Arkasına dönüp koltuğu görünce, tüm bunların yaşanmamış olduğunu anladı. Ama en azından yazılacak bir hikayesi vardı artık. Mutluydu...
    0 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük