bir mayıs sabahıydı...günlerden pazardı yanlış hatırlamıyorsam.
gözlerimi açmış yatakta tavana boş boş bakıyordum.
hanım telaşlanmış, annemlere haber vermiş, onlar geldiler falan, kardeşim tokat attı, yüzüme kolonya sürdüler...
doğruldum...
"n'oldu evladım" diye sordu annem.
"bursaspor ikinci lige düştü" dedim...
sanki vücudumu ayakta tutan devrelerden biri kısadevre yapmıştı, arızalanmıştı...
o derece lanet bir gündü.
olur mu yahu?
koskoca bursaspor düşer mi amına koyayım...
ama düşmüştü.
ölü gibiydim takip eden günlerde.
atatürk stadının önüne gidip ağladım birkaç kez.
ölü gibiydim.
bursaspor düşmüştü...
vay amına koyayım ya nasıl olur?
biz değil miydik o'nun peşinden ta van'a kadar giden...
aydın'da, sakarya'da, kayseri'de dayak yiyen...
bir defasında hiç unutmam, lise son sınıftayım, sene 94...cuma akşamı istiklal marşı okuduk ve eve gitmeden deplasman otobüsüne bindik. istikamet dolmabahçe, inönü stadyumu. rakip beşiktaş...
tabi kavga çıktı maç sonunda, çevre karakollarda yer olmadığından bizi aldılar levent karakoluna götürdüler...
ben ve 3 arkadaşım okul ünüformalarıylaydık. 3 yıldızlı komiser sıraya dizdi bizi, "lan sizin burda ne işiniz var" diye sordu ve babamın ne iş yaptığını.
babamın öğretmen olduğunu ve burada olduğumdan haberi olmadığını duyunca girişti bana. "öğretmen çocuğu da bunu yaparsa" diye...
ne alakaydı amk?
öğretmen çocuğu olmayla bursaspor'u sevmenin ne alakası vardı?
babamızdan dayak yeme pahasına, harçlığımızın kesilmesi pahasına o esrar kokan otobüslere bindik o deplasman senin, bu deplasman benim...
ama neticede canımız, ciğerimiz bursasporumuz düşmüştü...
bir pazar sabahı anormal halimin ve takip eden günlerdeki gözyaşlarımın sebebi buydu.
bursaspor düşemezdi...bizim bursasporumuz düşürülemezdi.
hayat durmuştu adeta,
çıkamadık o sene...
yani hem düşmüştük, hem de çıkamamıştık tekrar.
hay sikeyim böyle işi yahu?
ertesi sene yine aldık kombinemizi, yağmur, kar çamur demeden ortalama 15.000 seyirci ile çıktık her maça.
o sene galatasaray ve trabzonspor bile 2. ligdeki bursaspor kadar kombine satamamıştı.
camia inançlıydı...
bu sene de çıkamazsak bir daha asla çıkamayacaktık zira...
ve bir elazığ maçı ile gözyaşlarım sel oldu aktı.
bu sefer sevinçten ağlıyordum.
bursaspor'um tekrar süper lig'e çıkmıştı.
yeri olan süper lige...hakkı olan süper lige...
...2010 nisan ayı...
istanbul bşb maçı inin yollardaydık bu sefer.
90'lı yılların sonundan beri ilk kez deplasmana gidiyordum.
benim gibi binlerce kişi daha vardı.
kadın,
çocuk,
genç,
yaşlı...
herkes...
ama herkes o gün olimpiyat stadındaydı.
tam 35.000 bursaspor taraftarı.
o gün yenildik.
34.999 kişi mutsuz döndü bursa'ya.
ama ben mutluydum. zira o gün bursaspor'umun şampiyon olacağına inandım.
puan olarak geriye düştük, türlü dalaverelere maruz kaldık, herkes "fenerbahçe şampiyon olacak" diye beklerken ben o olimpiyat stadında kazandığım umudu korudum.
bursaspor'um şampiyon olacaktı.
o sene bu sene idi...
ve olduk.
16 mayıs 2010'da türksel süper lig şampiyonu olduk.
alemi göt ederek, bileğimizin hakkıyla, taraftarımızın destekleriyle türkiye'nin en büyüğü olduk.
bir kez daha ağlayarak gittim atatürk stadına.
hem takımımla, hem taraftarımla hem de yaşadığım şehirle gurur duyarak.
ama en büyük gururu bayrağımızın boğaz köprüsünde dalgalandığı an yaşadım.
yine ağladım.
ne güzel şeydi bursaspor'lu olmak...
ve şimdi ankaragücü,
90'larda ekmeğimizi böldüğümüz, köpek öldürenimizi paylaştığımız şanlı kulüp kahpece düşürülüyor...
ama ben inanıyorum ki geri gelecektir.
hepbirlikte bizlere sarı lacivert şampiyonluklar yaşatacaktır.
iyi gününde, kötü gününde
hep beraberiz,
çünkü biz ankaragüçlüyüz...