kemalizm e giren aydınlık virüsü

entry2 galeri
    1.
  1. ‘ihanet Kemalizm’in içine Sızmıştır’’ isimli yazımdan sonra ilk-Kurşun Gazetesi’yle yollarımız ayrıldı. Öncelikle gazetenin genel yayın yönetmeni Güneş Erkul’a hakkını teslim edelim, ayrılmamam için elinden geleni yaptı; ancak mermi yola çıkmıştı, sonrasını bilen biliyor… O yazıdan ve ayrılıştan sonra her türlü ulusalcı sitede yayınlanan yazılarımın yayını bir anda kesiliverdi; çok meraklısı olmasam da, daha kalabalık kitlelere ulaşmak, daha büyük etki alanları yaratmak elbette benim için esas olandı. Çünkü ben çırılçıplak bir adamım, çırılçıplak bir Kemalist! Ne aydınlıkçı, ne tarafçı, ne de etrafçıyım; sosyalist yanım bile Kemalist ilkeler ışığında törpülenmiş, ona göre yorumlanmıştır; kimim kimsem yok yani…

    Muhtemelen bu yazıdan sonra daha ağır ambargolarla karşılaşacağım açık; olsun, bu kalem ve bu kâğıt olduğu sürece tarihe not düşmeye devam edeceğim…

    Öncelikle şunun altını çiziyorum ve diyorum ki; Aydınlıkçılara karşı olan eleştilerim teori ve teorisyenleri bazındadır; yoksa her türlü çaresizlikten dolayı ne yapacağını şaşırmış, kime gideceğini bilemeyen, denize düşünce yılana sarılanlarla ilgili değildir. Zaman ve mekân kavramı ve önceliğinden doğan belli mecburiyetlerin neticesinde doğal olarak gelişen ve pek de detaya inilmeden gerçekleşen fikirsel birliktelikleri yargılamak ve hüküm vermek haddim değildir, eleştirimi yapar, tavrımı koyarım; yani kısaca, üzerime düşeni yapmak fikirsel ahlakım neticesinde benim için bir gerekliliktir. Bazılarının deyimiyle ‘etik’ olandır. (Oysa ‘ahlak’ anlam itibarıyla ‘etik’ denen kelimenin kapsadığı alanın ötesinde başlı başına bilim sayılır; -bilimdir de- bu da birilerine ders olsun, ‘batı hayranı’ aydın müsveddelerine ve onların sempatizanlarına…)

    Bazen bir karmaşa, bir olağanüstülük karşısında insanî zekânın çok kolay hatalar yaptığını ve yanlış kararlar aldığını hepimiz çok iyi biliriz; geçmişi unutmak ve geçmişte söylenmiş ve yapılmış pek çok şeyi bilmemekten kaynaklanan ve birileri bunları hatırlattığı zaman da… –‘’Şimdi sırası mı!’’ ya da ‘’ya kardeşim şimdi birlik zamanı, bir olma zamanı…’’ tarzında yaklaşımlarla, doğruyu söyleyeni veya hatırlatanı linç etmek de sık rastlanılan bir durumdur. Atalarımız bu durumu; ‘doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar’ cümlesiyle tanımlamıştır.

    Uzun zamandır suçlandığımız ya da bazılarının aklandığı tek konu, içeride-dışarıda olma konusudur. Bugün içeride veyahut dışarıda olmak kişisel tercih meselesi değildir; bugün başımızda bulunan faşist yönetimi yarın nasıl bir karar alıp ve o kararı nasıl bir hukuki süzgeçten geçirdikten sonra uygulamaya sokacağı belirsizdir. Dolaysıyla, bugün ‘Aydınlıkçıları’ eleştirdiğimiz için bizi suçlayanlar, yarın biz içeri alındığımızda da bizleri savunacak değildirler. Bunu neden üzerine basarak ifade ediyorum; sizler de iyi bilirsiniz ki adı sıklıkla geçen dört-beş kişinin dışında diğerlerinin ismini pek telaffuz etmezler…

    Oysa dün; “Kemalist Burjuvazi işçi ve Köylüleri insafsızca Sömürerek Hızla Zenginleşti”

    “Bütün bunlara rağmen Kemalist burjuvazi zaferden itibaren hızla zenginleşerek, emperyalistlerle uzlaşan Kemalist burjuvazi, devlet iktidarını kullanarak hızla büyüdü. işçi ve köylüleri insafsızca sömürdü.”

    “Oysa Kurtuluş Savaşı’nın burjuva önderliği, halk kitleleriyle birleşmedi; tam tersine toprak ağalarıyla ittifak yaparak halkı baskı altına alan bir diktatörlük kurdu. Sovyetler Birliği ve dünya halklarıyla dostluğunu sağlamlaştırmadı; tam tersine emperyalistlerle uzlaştı.”

    “Kemalist iktidar, en tabii hakları için mücadele eden işçilere vahşice saldırdı. Ağır bir baskı rejimi kurdu. Yabancı patronları destekledi. Onların menfaatleri için işçileri katletti. işçi sınıfının bütün hakları gasp edildi. Grev hakkı ve teşkilatlanması yasaklandı. işçi sınıfımız boğaz tokluğuna çalıştırılarak, yerli ve yabancı patronların elinde köleliğe mahkum edilmek istendi. Burjuvazi, değişik milliyetlerden işçileri birbirlerine karşı kışkırtarak işçi sınıfını parçalamaya çalıştı. Irkçılığı körükledi. Yabancı kapitalistler de, azınlık işçileri çalıştırarak bu politikayı desteklediler. işçi sınıfının her mücadelesi şiddetle bastırıldı. Senelerce zindan cezaları verildi. Polis, grev düzenleyebileceğinden şüphe ettiği kimseleri bile tutukladı, baskı altına aldı.”

    “Fiyatların hızla yükselmesi, karaborsa ve vurgunculuğun alıp yürümesi: halkın ağır bir açlık ve sefalete düşmesine neden oldu. işsizlik had safhaya vardı. Tarım ürünlerinin fiyatlarındaki düşüş, geniş köylü yığınlarının daha da yoksullaşmasına, topraklarını toprak ağalarına kaptırmalarına yol açtı.Buhranın yükünü emekçi halkın sırtına vurmak için vergiler arttırıldı. Yeni vergiler kondu. işçi sınıfı ve bütün halk üzerindeki sömürü ve zulüm tahammül edilmez bir hal aldı. Halkın her türlü demokratik hakkı gasp edildi. Her türlü teşkilatlanma yasaklandı. Kürt halkı üzerindeki eritme politikası hızlandırıldı.”

    “Fakat biz aynı zamanda, Kemalist diktatörlüğün işçi ve köylüleri ezen burjuva karakterini açıkça ortaya koyar ve onunla mücadele ederiz. Biz, Kemalist diktatörlük tarafından demokrasi isteği ve teşkilatlanması zorbalıkla bastırılan işçi sınıfının ve bütün Türkiye halkının, kurşunlanan işçilerin, insafsızca sömürülen köylülerin, defalarca katledilen Kürt milliyetinden halkın temsilcileriyiz. Bütün bunları uygulayan burjuvazinin sınıf diktatörlüğünün başındaki Atatürk’e karşıyız. Çünkü biz tarihin en ilerici sınıfı olan ve kendisiyle birlikte bütün halkı kurtaracak olan işçi sınıfının ihtilalcileriyiz.” (Kaynak Yayınları 104- Türkiye ihtilalci işçi Köylü Partisi Davası-Savunma (Sf. 193-211))

    Yukarıdaki alıntıyı yazısında yayınlayan Bedri Baykam soruyor; Çok esef verici değil mi? “işçilere vahşice saldıran Kemalist iktidar” sözleriniz, sizin deyiminizle hangi yıllarda revizyona uğradı da bugün bize ve Türkiye’ye, Kemalizm’in erdemlerini öğretmeye kalkışıyorsunuz,.Sn. Perinçek?

    Yukarıdaki vahametin sahibi -ne yazık ki- bugün bu milletin karşısına ‘Kemalist lider’ olarak çıkarılmakta ve eleştiren herkes ‘tu kaka’ ilan edilmektedir ve bu kirli ilişkiler ağında kendilerini ‘Kemalist’(!) diye adlandıran pek çok yazar da bulunmaktadır. Yazarken çizerken mangalda kül bırakmayanlar; ‘Ulusal Kanal’ ve ‘Aydınlık Gazetesi’nden köşe kapmak, program sahibi olmak uğruna ne hikmetse bu konulara hiç girmemektedirler. Diğer pek çoğu da ufukta köşe ve program kollamakla geçen vakitlerinde ‘Kemalizm’e dair sert satırlar karalar gibi görünse de; birazdan vereceğim daha vahim örnekleri bile görmezlikten gelebilecek kadar şahsi çıkar ve mevki peşindedirler… Şimdi yineliyorum; yukarıdaki alıntıyı okuyup ve halen daha midesi kalkmayan bir ‘Kemalist’ varsa, beni de çakallar yesin! Bu ikiyüzlülüğün arkasında yatan nedir! Nedir bunca ulusalcı yazarı bunları yazmaktan, konuşmaktan, dillendirmekten men eden, allah aşkına…

    Bedri Baykam’ın aynı yazısında Perinçek’in Kıbrıs’la ilgili şu sözlerine yer verilmiş:

    “Yağmacı Türk işgalciler Kıbrıs’tan çekilmelidir”

    “Türkiye’nin işgale dayanarak herhangi bir çözümü Kıbrıs’a zorla kabul ettirmesine karşıyız.”

    “Coğrafi federatif sistem adı altında Kıbrıs’ın fiilen taksim edilmesine Kıbrıs halklarının birbirinden tamamen koparılmasına karşıyız (…) Bugün Rum milliyeti Türk işgalcileri tarafından uygulanan milli baskılar altındadır. Kıbrıs’ta yağma ve talana son verilmelidir.”

    (Aydınlık Yayınları – 1975 “Kıbrıs Meselesi” (Doğu Perinçek) / Teori Dergisi -Kasım 1993 Sayı 47 SF.16-20)



    Kürt sorunu(!) hakkında ise:



    “Eğer Kürt ve Türk halkları, iradelerini devrimci bir birleşme yönünde kullanırsa, Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin yönetimine eşit haklarla katılacaklardır. Demokratik Halk Cumhuriyeti, milliyetler arasında, her alanda tam bir hak eşitliğini gerçekleştirecektir. Halk Cumhuriyeti içinde birleşmenin, hangi biçimde olacağını halkların hür iradesi tayin edecektir. Federasyon veya bölgesel özerklik biçimlerini seçmeye, halklar karar vereceklerdir. Kürt halkının temsilcileri, Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin yönetimine bütün kademelerde katılacaklardır. Kürtçe, Türkçe gibi resmi devlet dili olacaktır. Kürtlerin kültürleri üzerindeki her türlü baskı son bulacak, Kürt halkı, devrimci kültürünü, kendi milli özelliklerine uygun olarak serbestçe geliştirecektir.”



    Serdar Ant, pek çok defalar, geçmişten günümüze geniş değerlendirmeler ve gerçekçi karşılaştırmalarla bu zig-zaglı ve oldukça değişken –görece- süreci tüm çıplaklığıyla göz önüne sermiştir; aldığı mükâfaat ise dışlanmak olmuştur. Şeyh Sait Bir “ULUSAL ŞAHSiYET” mi? isimli yazısında şunları aktarıyor, aynen:



    Şu anda işçi Partisi Genel Başkan Vekili olan Mehmet Bedri Gültekin, 18 Haziran 1994 tarihinde, Ankara’da, işçi Partisi Genel Merkezi’nde “işçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı” olarak bir konferans verdi. Bu konferansta yapılmış konuşmanın metni, işçi Partisi’nin yayın organı Teori dergisinin Ağustos 1994 tarihli 56. sayısında “Ulusal inkârcılık Üzerine” başlığıyla yayınlandı. işte o konferansta Mehmet Bedri Gültekin Şeyh Sait hakkında aynen şu değerlendirmeyi yapıyordu:

    “Kürtlerin önemli bir kısmı açısından Şeyh Sait değer verilen bir yere oturtuluyorsa, bizim buna karşı saygılı bir tavır içinde olmamız gereklidir. Yani bir tarihi kişilik olarak, bir ulusal şahsiyet olarak değer veriyorlarsa, ulusal mücadele içinde Şeyh Sait’i bir yere koymaya çalışıyorlarsa en azından o ulusal harekete, ulusal duygulara saygının gereği olarak buna saldıran bir tutum almamalıyız.”

    Mehmet Bedri Gültekin’in bugün farklı düşündüğü iddia edilebilir mi peki?

    Sanmam… Zira Şeyh Sait konusunda benimsenen bu tavır ilkesel tutumu, genel bir tavrı yansıtmaktadır. Bu nedenle “Mehmet Bedri Gültekin 1994’te böyle düşünüyordu, ama artık fikrini değiştirdi” demek mümkün değildir. Çünkü Şeyh Sait, 1994’te de bugün de aynı Şeyh Sait’tir.

    Dahası, 1994 yılındaki bu konferansta Mehmet Bedri Gültekin, Şeyh Sait’i Kürtlerin bir “ulusal şahsiyeti” ve saygı gösterilmesi gereken biri olarak nitelemekle kalmamakta, Atatürk’e de saldırmakta, onu “Kürtlere katliam yapmış bir insan” olarak nitelemektedir. Şunları söylüyor Mehmet Bedri:

    “Siirt’teki bir Kürt açısından kimdir Mustafa Kemal? Ulusal katliam, Kürtlere katliam yapmış bir insandır. Bu da doğrudur. Dolayısıyla Mustafa Kemal’in Türkler açısından taşıdığı anlamın Kürtler açısından var olmasını bekleyemeyiz.”

    Serdar Ant, düne ilişkin verdiği örnekleri bugün ile birleştirmesini ve bugünden yarına uzanacak olan ihanetin ipuçlarını çok iyi belirlemekte ve gerçek bir aydın olarak üzerine düşeni fazlasıyla yapmaktadır.



    Ve Serdar Ant’ın aynı yazısından:



    Tabii “Kemalist Devrim-1, Teorik Çerçeve” isimli kitabında “Kemalist rejim, aynı zamanda burjuvazi ve toprak sahiplerinin emekçiler üzerinde diktatörlüğü idi. Kemalizm, burjuva sınıfsal karakteri nedeniyle Kürt halkına ulusal baskı uyguladı. Bu baskı, ayaklanan Kürt kitlelerine karşı kırımlara vardı.” (s.9) diyen Doğu Perinçek, Mehmet Bedri Gültekin’in Mustafa Kemal’i “Kürtlere katliam yapmış bir insandır” şeklinde tanımlamasına ne der, bilemem! Ama Doğu Perinçek’in Şeyh Sait’e kıymet atfedenleri, onu Atatürk’ün karşısına dikenleri örneklemek için Diyarbakır’a gitmesine veya Suudi Arabistan’dan Kuveyt’ten, iran’dan örnekler vermesine gerek yok! Şu anda kendisinin vekili olarak işçi Partisi Genel Başkanlık koltuğunda oturan kişiye baksın yeter!



    Doğu Perinçek geçmişle ilgili bir özeleştiri yapmamıştır; daha ziyade buna gerek görmemiştir, çünkü her sorulduğunda; ‘’Kemalizm bizim için bir geçiş sürecidir’’ diyerek; aslında kraldan çok kralcı olanlardan daha samimi davranmıştır. Aydınlıkçı hareketin genlerinde her zaman varolan Mao’cu gelenek aslında bu geçiş süreci içersinde arka plana itilmiş görünse de, temelde geçmiş ile bugün arasında bir fark yoktur.



    ‘ihanet Kemalizm’in içine Sızmıştır’’ isimli yazımdan dolayı beni CGB’ye saldırmakla suçlayanların ve o suçlamalara ses çıkarmayanların seçimlerden sonra herhangi bir özeleştiri yaptığına da şahit olmadım. Oysa benim ‘’DAVA’’m, kişilerden çok uygulamalarla ilgilidir ve ben o yazımda CGB gibi oluşumların aslında bir başarı getirmekten ziyade, halkta var olan Atatürkçü yapıya zarar vereceğini örneklerle açıklamıştım. Bağımsız adaylarla seçime giren BDP tam bir başarı sağlarken, hiçbir CGB adayının seçilememesi ve hep de seçilebilecek yerlerden aday olmalarına rağmen seçilmemelerinin nedenleri üzerinde kimsenin durmaması da ayrıca çok ilginçtir. Bunun arkasında yatan temel sebep; Kemalizm’e giren ‘’Aydınlık’’ virüsüdür! Halkı sadece, feysde yazı paylaşanlar ve Ulusal Kanal izleyicilerinden müteşekkil sayan bu düşüncenin yanılmasının vahameti, halkı; Atatürkçü düşüncenin hiç de sanıldığı kadar güçlü olmadığı fikriyle yüzleştirdikten sonra arkasında bıraktığı hayal kırıklığıdır! Bu yıkımın faturasından sorumlu olanlar kendilerini çok iyi bilmektedir, gerisini de siz okuyucuların bulması fena olmaz yani…

    -Cem Yağcıoğlu-
    0 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük