geçen hafta kızımla pazara çıktık. bizim hanımefendi keyifsizim deyip verdi elime
alınacak listesini çocuğu da öbür elime tutuşturdu istikamet doğru pazar dedi. el mecbur çıktık pazara. elma, çilek, soğan diye bakınırken seyyar bir tezgaha ilişti gözüm. tezgahta fare, böcek v.b haşerat zehirleri bulunuyordu. çocukluğuma döndüm bir anlığına...
ne zaman bir fare görsem ürperirim. çocukluğum gelir aklıma hep. Küçük iki göz odası olan soğuk ve damı akan bir evde; ben, annem, kardeşim ve bol bol ciyaklayan fare dans üçlüsü yaşıyorduk. bu trio annemi hep korkuturdu. son kulak yeme efsanesini duyan ben de bu korkuya ortak olmuştum. çocukken ayıplarlar kınarlar gibi şeyleri bilmiyor insan. anlattım sınıf arkadaşlarıma fareleri. arif eve gidip sopalarla hayvanlara dalalım dedi. diğerleri de gülerek tamam biz de geliriz dediler. din dersinde tamam diyenlerden biri öğretmene;
-öğretmenim hayvan beslemek sevap mıdır diye sordu. öğretmen de
-tabi ki sevap diyerek kuyudan köpek çıkaran bir adamın hikayesini anlattı. hatırladığım kadarıyla sonunda cennete gitmişti adam.
bu tamam diyen ekibin başka bir üyesi;
-öğretmenim hayvanları öldürmek günah mı peki diye sordu.
-çok günah. hiç bir canlıya eziyet edilmez. canı sadece allah alır. o da zamanı geldiğinde... gibilerinden vaaz çekti. arif bunun üzerine atıldı.
-ama öğretmenim. alilerin evinde fare var. onları besleyelim diyeceğine bizlere gelin öldürelim diyerek bu günaha bizi de katmak istiyor dedi.. demesiyle de tüm sınıfta kahkahalar koptu. onlar kahkahalarının volümünü yükselttikçe utancım arttıkça artmış, gözyaşlarım hıçkırıklara boğulmuştu. öğretmen sınıfı susturdu beni de yüzünü yıka diye dışarı gönderdi. kaçmıştım bende... nasıl bakacaktım ki millete kırmızı yüzlü şiş gözlerle..
geldim eve annem ne oldu dedi hastayım dedim. söyleyemedim. utanç boğaz düğümleten bir şeydi. annem de o acıyı yaşamasın diye gizledim bu olayı. gitmedim birkaç gün okula. o günlerin son gününde öğretmenim gelmişti eve. elinde fare zehiri vardı. zehirin kartonundaki resim bile ürkütücüydü. alın bunu kullanın dedi anneme. giderken beni çağırdı yanına ve yarın gelmemi söyledi. ertesi gün okula gittiğimde benimle dalga geçen gurubun başı arif takıldı yine. öldürdün mü fareleri dedi, cevap vermedim. beslenme saatinde çantadan içine peynir konmuş yarım ekmeğimi yerken arif sataştı yine. 'dikkat et de içinden fare boku çıkmasın dedi.' çocukların hayattan daha acımasız olduğunu o gün sınıfça atılan son kahkahalardan sonra anlamıştım. hayatın şamarlarına, engellerine çocukların acımasızlıklarına nevrim atmıştı. gittim o hınçla iki tane salladım arife. öğretmen geldi cetvel zoruyla barıştırdı bizi. ertesi gün çıkışta arifin babası geldi yanıma. kızdı bağırıp çağırdı. tam elini uzatıp vuracakken baba diye bir ses seslendi. Baktım sese şaşkınca kızımdı. hadi baba sıkıldım beş dakikadır ne bakıp duruyorsun oraya dedi. haklısın kızım dedim. fiyatını merak edip sormak için tezgaha gittim. çaycı benden erken davrandı.
-arif abi çay borcu çok birikti bak dedi. arif..?
evet oydu. babasızlığımı kullanarak beni babasına dövdüren, kahkahalara nefret ettirten kişi tezgahların ortasında haşere ilacı satıyordu. belki beni tanır da utanır diye fare zehirinin fiyatını soramadım. her şeye rağmen onun da boğazının düğümlenip utanç içinde acı çekmesini istememiştim çünkü...