--spoiler--
Duyuru 3 : ilk sayı ve yayınlanan öyküler ile ilgili yorumlarınızı, görüşlerinizi, tavsiyelerinizi, bu başlığa ekleyebilirsiniz.
--spoiler--
--spoiler--
dikkat bu yazı ağır, çok ağır spoiler içerir. öyküleri okumadan okursanız öykülerin tadı kaçar. "olm bruce willis aslında ölü" tadında bi yazıdır.
--spoiler--
--spoiler--
"duyuru 3:" benim öykü yazmamda yazmayı sevmemi saymazsak en önemli itici güçtü.
ben de bundan yola çıkarak kendi üzerime düşeni yapmak ve öykülerle ilgili kendimce, kendi zevkime göre eleştiri ve yorumlarımı yazmak istiyorum. baştan söyleyeyim ne edebiyatçıyım ne de eleştirmen; bu bakımdan aşağıdaki yazılar dikkate almaya değmez fikirler içerir.
konu çocuk parkı gibi bi mekan olunca tabi hikayenin içeriğini mekandan bağımsızlaştırmak zor. bu yazdığımız çoğu öyküde de görülüyor. bazı öyküler çocuk parkının içine sıkışıp kalmış gibi.
bir diğer benim için önemli şey gerçeklik. tabi ki bi öykü gerçekçi olmak zorunda değil ama beni etkileyen öyküler absürd bile olsa olabilirlik çerçevesindeyse ve okuyana bir şey diyorsa daha anlamlı.
yanlış anlaşılmamak için bi örnek vereyim. bi adam absürd bi şekilde köpeğin sırtına kediyi kedinin sırtına fareyi bağlayıp elindeki tasmayla üst üste olan bu hayvanlarla sokakta gezebilir. evet bu absürd bişey ama hikaye açısından sorun yok çünkü bunu yapmaya engel bişey yok. bunu yapmasının saçma bi sebebi de olabilir.
ancak günümüz türkiyesinde yaşayan 70 yaşında bi adam için küçükken oynadığı çocuk parkından ve ilerde aynı parka bakarak gözlerinin dolmasından bahsetmek pek gerçeğe uygun gelmiyor bana. 1930 lu 40 lı yıllarda türkiyede kaç tane çocuk parkı vardı varsa çocukların derdi bu muydu bilemiyorum.
bir başka konu hikayenin dili ile ilgili. bence herkesin bi tarzı vardır ve bu tarz ne yazarsa yazsın o yazıya bulaşır. ancak her hikayenin kendince bir anlatımı olmalı ve hatta bazen kendi terminolojisi. sanki bazılarında sadece tasvir ve olaylar -di li geçmiş zamanda anlatılıp bitirilmiş gibi. ben bu anlamda saipsiz in yazdığı öykünün anlatımını ve hikayesini çok beğendim. herkesin bildiği bi hikaye ancak bu kadar okuyucuya bırakılabilirdi. o hikayenin sonunda 3. sayfa haberlerine itaf ettiğini söylemiş ama mesela ben hikayenin sonunda hayat işte böyle bi şey dedim. hikayede pek çok şey okuyucuya bırakılmıştı.
benim öyküye gelince iyi olduğunu düşünmeseydim yollamazdım. onu yerden yere vurmak da size kalsın.
benim en beğendiğim hikaye saipsizin hikayesi oldu. o yüzden sonradan yazmama rağmen hikayesi hakkındaki eleştirimi kesip en başa kopyaladım.
şimdi tekrar okuyun anlatımına dikkat ederek bence çok özgün. yukarıda yazının girişinde de bahsettim. şimdi sadece bir cümle üzerinden anlatımla ilgili fikrimi açmaya çalışacağım.
--spoiler--
şu karşı kaldırımdaki süslü kadın, orospu süheyla...
--spoiler--
anlatıma bak. karşı kaldırımı betimliyor mu? nasıl bi kaldırım? yer ıslak mı kuru mu? kare taşlı mı? hiç biri yok.
ne de süheyla hakkında.
ama bu cümleyi okuyunca hemen kafanızda bi kaldırım (ıslak, kare taşlı, kuru yada yüksek size kalmış) oluşuyor. ve orospu süslü bir kadın.
"şu karşı kaldırımdaki" diyince sanki ordaymışsınız gibi yada bu kaldırımdan karşı kaldırımı çeken bi kameradan olayı izliyormuşsunuz gibi oluyor. daha sonra tek tek ortama başka şeyler ekleniyor. bi pezevenge yaslanıyormus meger diyip onu ekliyorsun. aa sonra apartmanlarda yansıyan mavi kırmızı ısıklar ekleniyor resme. ceset bilmemne gidiyor. süper.
belki bunlar planlanmamış olabilir ama yazının baştan sona harika ve özgün bir dili var gibi geldi bana.
o kadar ki "şu karşı kaldırımdaki süslü kadın orospu zehra" cümlesini bir şiir de bile kullanabilirsin.
öyküyü sevmemin bir sebebi de benim bildiğim, gerçek, kötü bir dünyadan bahsediyor olması olabilir.
_____________küçük kar küresinde deliler ve çocuklar (bandini)____________
herşeyin çok güzel olduğu hikayeler ve mutlu insanlarla dolu bir dünya anlatılan yazılardan pek hoşlanmam çünkü dünya hiç de öyle değil. bu bakımdan bu hikaye ve özellikle "öyle yada böyle öleceğiz ama içimize sonsuz bi yapma başarma gücü yerleştirilmiş" isyanı. bu konuyla birlikte çok güzel olmuş. bu konuyu pek çok filozof tartıştı kitaplarda, hatta bazıları "yaşamı yaşamaya değer ne varki? intihar konusu felsefenin düşünmesi gereken en önemli konudur" bile demişti. ama ilk kez bi öyküde gördüm. bana aceleyle yazılmış gibi geldi biraz daha uğraşsa tadından yenmezdi. ha bir de tabi şu ihtiyarların çocukluklarındaki park meselesi var.
şöyle düşündüm bitince, o ihtiyarlar şu anda parkta oynayan çocukların ikisi olsaydı. ve gelecekte 70 yıl sonradan geriye baksalardı nasıl olurdu. hem bu sayede parkta oynayan çocukların ilerdeki durumlarıyla ilgili "bu kız orospu olacak" falan diyen kötümser ihtiyarın ve arkadaşının sağlam dayanakları olur ve hayatı iyisiyle kotosuyle tartışabilirlerdi... diye düşündüm. zaten konunun üstüne oturduğu düşünce çok iyi bence zenginleşirdi.
_____güneşin saçlarından kendine salıncak yapan çocuk (biradetbeyfendi)____
öykünün altına nick entry uyumu bakınızı verebilirdim. kız arkadaşım okusa aşık olur. gerçekten duygulu, ince bir yazarın kaleminden çıktığı belli bir öykü. kalitesini de tartışmam.
söylediğim gibi benim hikaye konusuna bakışım farklı. hatta marjinal bi noktada olduğum bile söylenebilir.
hatta öyleki bi kaç klasik dışında artık klasiklerin okutulmaması gerektiğini düşünüyorum. romantizm victor hugo ile birlikte öldü bence. romantizm in yerini sanki melankoli almalı artık.
yani dünya eski dünya değil biliyosunuz. herşey çok daha çabuk ve çok daha kötü.
şimdi bi örnek vereyim. sefillerde peder jean valjean a iyilik yapıyo ama sonra jean valjean pederin ne kadar gümüş falan şamdanı bilmemnesi varsa çalıp kaçıyo. ama ne oluyo peder ona kızmıyo. şimdi böyle bişey olur mu? en azından "lan yavşak sana iyilik yapıyoz sen orospu cocukluğu yapıyosun" denmez mi? yada isa ya bi tokat atıyolar isa öbür yanağını çeviriyo. şimdi isa bu yüzyılda yaşasaydı, bildiğin isa güngörende otursa mesela en azından " ne vuruyon lan" demez miydi? bence derdi.
hikayenin konusuna yada duygusuna diyecek hiç bir şeyim yok. eline koluna sağlık. sanırım ben biraz kötümserim ve hikayelerde bile güzel bi dünyaya inancımı kaybettim.
bu hikaye bence çok güzel olmuş. hatta yukarılarda onca yazdığım şeye muhalefet ede ede "bak böyle yazarım yinede sonunda gülümsetirim" der gibi. en son umut ölürmüş ya bendeki ölmek üzere olan umuda suni tenefüs gibi oldu.
bu hikayenin sonu bana ve hikayelerle ilgili eleştirilerime de kapak yapmış. kısaca şöyle demiş "evet böyle de yazılır çünkü ben öyle yazdım"
_______________gri şehrin yeşil aşkı (one more for the road)_____________
hikayeyi anlatırken zamanı geriye alıp o ana geri döndüğümüz noktada "aaa ne güzel olmuş" dedim. dili çok güzeldi. böyle bir hikayede bol bol görmeye alışık olduğumuz "kadının kocaman yeşil gözleri buğulanmıştı" gibi beni komaya sokan her hikayenin olmazsa olmazı cümleler yerine çok güzel benzetmeler vardı.
finali de süper bitti. (yalnız adam ıssız adamın orospu çocuğu versiyonuymuş hacı. pis herif işte.)
_______sırf şişman diye kaleci yapılan küçük çocuk (piyonla evlenen vezir)_____
ahaha desem format dışı olacağından demiyorum. çok güldüm. süper fantastik bi hikaye. acayip akıcı hiç sıkılmadım. hele o muharremin dönüşü on numara.
________________orta sahanın hayata bakan dilimi (s time)_______________
iyi hikayelerden biri. kafamda bi çok soru işareti bırakmasından da kaynaklanıyo olabilir bu his. bi şeyi anlamaya çalışmak mı hoşuma gidiyo bilmiyorum ama aklıma takılanlar;
(bu noktadan itibaren yazdıklarıma yazar açıklık getirmiştir. tamamen benim doğru anlamamam söz konusudur.)
aslan'ın babasıyla ilgili olarak babasının annesinin ölümüne sebep olmasından ve aslanın babasıdan nefret etmesinden başka bi şey bilmiyoruz ama finalde aslan baba diye koşarak gidiyo ve enkaz altında kalıyo. sonra bitiyo zaten.
o kadar elif'le ilgili konuşuluyo bi sürü şey oluyo ama finalde elif havada kalıyo, neticede elif o bileti bulmasa bile orda olduğuna göre onun enkaz altında kaldığını biliyo olmalı. ee ozaman bileti bulmasının hikayeye katkısı ne ?
yada elif in psikolojik sorunlu olduğu söyleniyo ama bu bilgi hikayede hissedilmiyo yada nebiliyim işte anladın.
gökyüzünde azalan yıldız metaforunu da çözemedim. yıldızlar azalıyo en son bir yıldız görüyo o babası heralde ama elif hiç yıldız görmüyo o da aslan oluyo heralde diye düşündüm.
neyse işte bu anlamama olayı hoşuma gitti. ayrıca okuması kolaydı, sürükleyiciydi. finali baya bi genişti.
______________________gerçek ve hayal (xcapegoat)___________________
karakter hoşuma gitti benim o sebepten yazmak istedim. hikaye de güzel biraz da arabesk tadında.
bazı yazarlara mesaj attım. yazamadıklarım kusuruma bakmasın yoruldum. belki 2. sayıda.
19 hikaye çok olmuş gibi tadında bırakmak lazım 10 15 arası olsa iyi olur gibi geldi bana ama ben bilmem neyse.