kum taneleri kadar sevmiştim burayı, tanıdığım insanları ve ruhumu. sonra sevdiğim her şeyi elimden aldılar. ben sadece benden alınan şeyleri geri almak istedim, aradım
[alaz.ev]
perdenin arasından usul usul süzülen güneş ışığı uyandırdı o sabah beni. sırt üstü yatıyordum. çevrem parmaklıklarla çevrilmişti. bir müddet tavanı izledim; etrafıma baktım daha sonra. aslında her gün karşılaştığım parmaklıklara ve duvara günaydın demek farklı değildi artık ve sıkıyordu. masanın üstünde duran telsize sesimi işittirmek için ağlamaya başladım. avazının çıktığı kadar bağırmak gibi bu ama insanların dikkatini sadece bu şekilde, ağlayarak çekebiliyordum. çok geçmeden babam geldi ve beni parmaklıkların arasından çekip çıkardı. o benim kurtarıcımdı, süper kahramanım. her gün o kurtarıyordu beni buradan. babama evren diye sesleniyorlardı. bana da alaz diyorlar. anladığım kadarıyla bu insanların markası gibi bir şey, isim.
evren: uyandın mı oğlum?
cevabı bilinen bir sorunun sorulması beni deli ediyordu. babama cevap versem de o bunu anlayamıyordu.
[evren.ev]
alazın ağlamasıyla uyandım her sabah olduğu gibi. kalktım yataktan her sabah bana gülen yüzüyle bakan karımı gördüm. onun gülümsemesiyle güne başlamak kadar mükemmel bir şey yoktu. bir süre gözlerimi alamadım ondan. fotoğrafta donmuş bir anda olsa bile o, etki edebiliyordu üstümde. uyanmanın en güzel tarafı da buydu belki de. yanımda değil bir tabutta yatıyor olsa da o, gülümsüyordu bana hala. kalkıp, alazın yanına gittim. onu beşiğinden aldım. kucağıma aldıktan sonra ağlaması kesildi hemen.
[alaz.ev]
babamın kucağında beraber mutfağa gittik. önce kahvaltı hazırladı. beni kendi sandalyeme oturttu ve o da kendi sandalyesine oturdu beraber kahvaltımızı ettik. yaklaşık bir saat sonra kapı zilimiz çaldı. sanırım bu gelen benim gardiyanım melisaydı. genç yaşlarda bir kadın benim başımda duruyordu ve babam ona bunun karşılığında para veriyordu. babamın konuşmalarından duyduğum kadarıyla babamın para için çalışması gerekiyormuş. para ise ihtiyaçlarımızı karşılamamız için gereken bir şeymiş. babam ve melisa mutfağa girdi.
evren: alaz kahvaltısını etti melisa. ben üstümü değiştirip, çıkacağım. akşam işten erken çıkacağım bugün oğlumla biraz vakit geçireyim.
dedi gülerek babam.
melisa: tamam enişte.
evren: kahvaltı etmediysen veya acıktıysan kendine bir şeyler hazırlarsın. burası senin de evin sayılır.
babam bana gardiyan seçerken çok seçici davranmıştı. sanırım bazı gardiyanlar bize kötü davranıyormuş. bu yüzden babam kimseye güvenemedi. en sonunda anneme abla diye seslenen melisayla konuşmuş. bazen babam melisayı göstererek bak teyze geldi oğlum diyor. anladım ki anneme abla diye seslenen kişilere teyze demem gerekiyor ve benim teyze diye seslendiğim kişiler babama enişte diyor.
evren: ben çıkıyorum melisa akşam görüşürüz.
melisa: tamam enişte. hayırlı işler.
[evren.yol]
işten erken çıkmış, eve yeni varmıştım. kapıyı anahtarımla açıp, içeri girdim. melisa alazla oyun oynuyordu.
melisa: hoş geldin enişte.
evren: hoş bulduk melisa. nasıl geçti, yordu mu alaz seni yine?
melisa: yok enişte, yeni uyandı zaten uyuyordu. mamasını yedi, sonra oyuna daldık.
evren: anladım.
melisa: enişte sen geldiğine göre ben çıkabilir miyim?
evren: tabii, çıkabilirsin.
melisa eşyalarını toplayıp, çıktı. alazı kucağıma aldım.
evren: hava güzel parka gidelim mi beraber alaz? ama senin karnın tokmuş beyefendi. ben bir şeyler yiyeyim sonra çıkalım tamam mı?
alaz şimdilik bana sadece ağlayarak ve gülümseyerek cevap verebiliyordu. tabii parkı duyunca hemen gülümsedi. mutfağa geçtim, alazı sandalyesine oturttuktan sonra kendime bir sandviç hazırlayıp yedim. daha sonra alazın üstünü değiştirip, parka doğru yol almaya başladık.
[alaz.park]
babam tahta uzun bir sandalyeye oturmuş beni izliyordu. ben de kumların üstüne oturmuş kova ve bir çeşit kaşıkla kumu eşeliyordum. daha sonra yanıma benim gibi küçük biri geldi. babası ona uslu uslu oynamasını tembihleyip, babamın oturduğu uzun sandalyenin boş tarafına oturdu. o da kendi çocuğunu izliyordu. babam ve o adam bizi bu kadar dikkatli izlediğine göre bu dünya dedikleri yer pek de güvenli değil dedim kendi kendime. zaten babam televizyonu açtığında masaya oturmuş bir adam veya kadın sürekli insanları öldüren, soyan insanlardan bahseden insanları izliyordu. ben kumla oyalanmaya devam ederken, yanıma gelen çocuk çekingen bir şekilde küçük kepçesiyle oynamaya başladı. kepçeye biraz kum alıp, sonrasında kepçesini sürüyordu. acaba duyar mı sesimi?
alaz: merhaba.
dedim. bana baktı ve güldü sadece.
[evren.park]
alazı izliyordum. kepçeyle durmadan kumu eşeliyordu. sonrasında genç bir adam çocuğunu alazın oynadığı yere koydu ve yanıma oturdu.
evren: insanların en çok özgürlüğü yaşadığı zamanlar çocuklukları oluyor ve o güzel anları da hatırlayamıyor. ne kadar kötü değil mi? yani hiçbir şeye sahip değilsin, hiçbir derdin yok. sadece yaşıyorsun ve o an istediklerini yapıyorsun. bir sorumluluğun yok, hesap vermen gereken bir insan yok. tamamen katıksız sensin ve tamamen ilkelsin o zamanlarda.
-:efendim?
evren: boşverin ben evren bu arada.
-: kenan ben de, memnun oldum.
dedi tebessüm ederek.
[alaz.ev]
güneş ışığının uyan demesiyle gözlerimi açtım yine. yatağımda oyalandım, biraz. daha sonra kalktım yataktan. çay demleyip, kahvaltı hazırladım babam da uyandı.
evren: uyandın mı alaz?
alaz: şöyle sorular sormaktan vaz geçmeyeceksin değil mi baba? kahvaltı hazırladım hadi gel.
[evren.ev.yirmi yıl sonra]
yirmi yıl geçmişti. alaz büyüdü, annesinin öldüğünü öğrendi. her şeyin farkına vardı ve öğrendikçe özgürlüğü elinden alındı. bunu istemezdim ama günümüz şartlarında böyle olması gerekiyordu. ne kadar gereksiz şey varsa onları bilmeliydi. ve o bildikleri onun kelepçeleriydi. elimi, yüzümü yıkadıktan sonra mutfağa döndüm.
evren: işin yok değil mi bugün?
alaz: hayırdır.
evren: işimiz var seninle.
alaz: ne işimiz var?
evren: uzun bir hikaye ama ben sana özet geçeyim. bundan yirmi yıl önce sen bebekken seninle bir gün geçireyim diye işten erken çıkıp, seni parka götürdüm. orada biriyle tanıştım. sen de onun çocuğuyla oynadın baya. biz de yirmi yıl sonra gene görüşelim dedik. hem çocuklarımızı görüştürelim, hem biz görüşelim.
alaz: ee.. yirmi yıl boyunca neden siz görüşmediniz?
evren: bazen bir şeyi neden öyle yaptığını bilmezsin, sadece öyle yapmak istersin.
alaz: tamamdır gideriz de adamın çocuğun adını falan hatırlıyor musun?
evren: çocuğunun ismini bilmiyorum ama adamın adı kenandı.
alaz: of.. baba neler peşindesin gene kim bilir?
evren: hadi çay doldur çay.
[evren.park.yirmi yıl önce]
kenan: bu arada az önceki dediğinizi anladım aslında ve o an cevap veremediğimden, zaman kazanmak istediğimden öyle dedim.
evren: o halde şu an cevap verebilirsin.
kenan: bu yüzden şimdi biz tekrar çocukluğumuza dönmek istemiyor muyuz? bir nevi biz bu yaşlara geldik, hiç güzel değil, gelmeyin der gibi. sanki bu mümkünmüş gibi.
evren: evet.
kenan: bir de ben şuna inanırım. çocuklar bence yetişkin insanlardan daha zeki, kafası daha çok çalışıyor. çünkü bakıyorsun her şeyi hemen anlıyor. bizim kullanamadığımız teknolojik zımbırtıları kullanıyorlar.
evren: evet, çocuğunu ne kadar az aptallaştırırsan o kadar çok zeki olur.
bir süre muhabbet ettik kenanla. genel muhabbetler de geçti, nerelisin-nerede çalışıyorsun? gibi. konuştuk bu arada da çocuklara bakıyorduk, onlar da oynuyorlardı.
kenan: acaba onlar da kendi aralarında konuşabiliyorlar mı? belki bir şekilde anlaşabiliyorlardır.
evren: bilmem belki. onlara soralım.
kenan: nasıl soracağız?
evren: yirmi sene sonra çocuklarımızla beraber buluşalım burada. en azından yirmi sene sonra konuşabilirler.
[alaz.park.günümüz]
babamla beraber parka geldik, bekledik biraz. daha sonra babamın yaşlarında bir adam ve bir kız geldi bize doğru.
kenan: evren bey?
evren: sadece evren.
dedi ve güldü babam.
evren: geldin.
kenan: davet edilen yere icabet etmemek saygısızlık olurdu.
evren: eyvallah. yirmi sene önce kumda debelenen alaz.
dedi babam beni göstererek.
alaz: merhaba.
dedim tebessüm ederek. kenan beyde kızını tanıştırdı. kızın ismi simgeymiş.
alaz: isterseniz bir yerlere geçip, oturalım.
dedim. daha sonra bir cafeye geçip oturduk. babam ve kenan bey aralarında muhabbete daldı. ben de simge sıkılmasın diye onunla konuşmaya çalıştım.
alaz: ee.. sen nasılsın?
simge: teşekkür ederim, dersler falan uğraşıyorum işte. sen nasılsın?
alaz: iyiyim ben de. hangi üniversitede okuyorsun?
gibi genel ve aslında yine sıkıcı olan konulardan konuştuk ve daha rahat konuşabilmek adına yan masaya oturduk. bu arada simgenin telefonu çalıyordu. pardon deyip, cevapladı. konuşması bittikten sonra
simge: kusura bakma annem aradımı kapattıramıyorsun telefonu. şunu yap, bunu yapma falan. anneler böyle ya neden böyleyse?
alaz: bilmem neden böyle?
simge: efendim.
alaz: bilemem neden böyle. benim annem ben doğarken ölmüş.
simge: özür dilerim.
alaz: rica ederim, bir şey yapmadın sen. ben duygusala bağladım galiba kusura bakma.
simge: eğer seni rahatlatacaksa konuş lütfen, anlat yani.
alaz: yok beni üzen o değil sadece.
simge: nasıl yani?
alaz: genel şeyler.
simge: kapalıyız galiba. ya da bir kızı etkilemek için bir çaba bu gizemli olma çabası.
alaz: yoo.. gizleyecek veya farklı şekilde gösterecek bir şeyim yok. iyi miyim kötü müyüm bilmem ama böyleyim.
simge: işte sorun burada nasılsın?
dedi gülerek. ben de anlatmaya başladım.
alaz: ben katil olarak doğdum.
simge: hayır, o senin istediğin bir şey değildi. öyle düşünme tabii ki.
alaz: isteyip, istememem olan bir şeyi geri alamıyor ama, önemsiz.
cevap vermedi simge.
alaz: ben doğduktan birkaç saat sonra annem ölmüş. ben annemin kokusunu içime çekemedim veya bir hata yaptığımda onun terliğini yiyemedim, azarını işitemedim. oysa çocukken şahaneydi hayat. sonra büyümeye öğrenmeye başladım ve öğrendikçe yanlış şeyler öğrendiğimden olsa gerek bu şahanelik, berbatlığa doğru ilerledi. ben bir kadını sevmek istedim, annemi ama elimden aldılar. sonra annemin boşluğunu kapatmak için diğer kadınları sevmeye çalıştım çoğu zaman yapamadım, çoğu zamansa kendileri kendilerini benden mahrum bıraktılar. beni aldattılar biliyor musun?
simge öylece beni dinliyordu. cevap da vermiyordu, bana da acımasını da istemiyordum.
alaz: sonra ben küçükken yeşillik yerlerde oynamayı, oralarda yürümeyi çok severdim. ağaçları severdim. büyüdükçe onları da elimden aldılar. çevremiz sadece taşlardan oluşan bir grilik var artık. neyi sevdiysem elimden aldılar ya da ben kaçırdım o şeyleri belki de ama gittiler işte. ben çok özgürlüğümü sevdim. dünya uçsuz bucaksız gibiydi o zamanlar da sonra daralttılar hep. hep duvar ördüler ardıma. ne gidebildim, ne görebildim asıl bunlar değil miydi katil olarak doğanlar?
simgeye yaklaştım ve
alaz: sana bir sır vereyim mi?
diye fısıldadım. tabii dedi.
alaz: ben kum taneleri kadar sevdim her şeyi. sevilmeyi beklemedim, sadece sevdim. fakat elimden aldılar neyi sevdiysem. ben de tüm bu sevdiklerimi elimden alan insanı öldürmeye karar verdim.
simge: kimi?
alaz: katil olarak doğanı.