şincik anlatıyorum, bir arkadaşla buluşmak için minübüs beklenir, bir kaç adım ileride bir bayan daha beklemektedir ve minübüs benim önümde durunca önce ben biner ve tek boş yere otururum. buraya kadar normal ama hanım abla bu işe çok kızmıştır, tam önüme dikilip, mütemadiyen ayaklarıma basıp, hatta diziyle tekmelemektedir. ya sabır çekilir dik dik bakılır ama nafile. neyse inilecek yere gelindiğine kalkılır, kapıya ilerlenir ve kadının psikopatça gülüşüne bir anlam verilemez. tam kapıdan ineceğim zaman kadının bariz bir şekilde itmesiyle kapıdan aşağı bir kuş gibi uçulur. ineceğim yerde kaldırım çok dar ve yola çok yakın, ve en yakındaki işletmede kapısı açık bir birahane. hani üç adım koşucuları olur ya dengelerini kaybetmiş gibi öne doğru yatık koşarlar, hah işte bende öyle yere eğimli bir şekilde dengemi sağlamak için tavşan gibi sekerek bir hışımla kapısı açık birahaneden içeri giriverdim, kapıdaki boncukların bir ikisi de elimde kaldı bu arada. içeride gündüz gözü şaftları kaymış bir kaç dayı, ortada bir eleman çocuk, tezgah arkasındaki adam hepsi aval aval bana bakıyor, benim saç baş dağılmış, elimde boncuklar, öyle bakışıyoruz...oturan dayılardan birinin sesi bozuyor sessizliği "gel canım gel, çekinme otur şöyle, hepimiz aynıyız", yanındaki dayıda gülerek ekliyor "hem acelen ne, koşarak geldin, daha kapanmasına çok var buranın"..o zamana kadar şokta olan ben dayıların sesiyle kendime gelip basıyorum kahkahayı, yok dayı diyorum ben bir arkadaşa bakmıştım, alacağım olsun sonra gelirim, gülüyor bilge dayı,"tamam diyor ne zaman istersen"..geri geri sırıta sırıta çıkıyorum ordan, elimde boncuklar, unutmuşum vermeyi, hala saklarım birini, kadını da unutuyorum, oh ne sıkıntı kalıyor ne stres, devam ediyorum yoluma.