Saat öğlen bile olmadı henüz. Gece de huzurla uyumuştum halbuki. Yanımda olmasa da, telefondaydı sevdiğim. Hissedemesem de nefesini, duyuyordum.
Hiç yoktan iyidir aslında. Evet, mutlu olmaya çalışıyorum.
Bir sigara daha yaktım.
Kahvaltı adını verdiğim kahveden sonraki dokuzuncuydu bu. Aklıma üç yıl önceki halim geldi.
"Nasıl içiyorsunuz bu zıkkımı, neden yapıyorsunuz? Anlamıyorum."
diyordum çevremdeki leş gibi kokan, yürüyen bacalara.
O zamanlar henüz tanışmamıştım onunla tabii. Tebessüm ettim. Alaycı bir tebessümdü bu. Geçmişimle alay etmek, geleceğime methiyeler dizmek hoş gelirdi oldumolası.
Perdeyi araladım.
Apartmanın batı yakasına baktığından, sabahları aydınlanmayan odama; yavaş yavaş göğe yükselen, bir zamanların tanrısının ışıkları girdi süzülerek.
Camı açtım.
Klasik bir Aralık gündüzünün özelliklerini barındırıyordu gün. Henüz kar yağmamıştı fakat yoldaydı soğuk havalar. Esiyordu serin bir rüzgar, ağaçların arasından kayarak doluyordu, odam adını verdiğim yaşam alanıma.
Ellerimi pencerenin pervazına dayadım.
Dirseklerimi bükmeden, bileklerimden destek alarak sağ ayağımın parmakucuna kalktım. Sol ayağımı yasladım sağ ayağımın topuktan yukarısına. Gerindim iyice, kütürdedi kaburgalarım.
Derin bir nefes çektim, sol elimin işaretle orta parmağı arasındaki yarısı tükenmiş sigaramdan.
Karşı apartmanın beşinci katında oturan, benden yaklaşık üç yaş küçük fakat oldukça ergen olgunlaşmış olan komşu kızını gördüm. Daha birkaç yıl öncesine kadar evde arkadaşlarıyla yatıya kalınca yatağının üzerinde zıplayarak şarkı söyleyen küçük kız, serpilmişti gözlerimin önünde.
Yeni uyanmıştı anlaşılan. Üniversiteye başladığı yıl ailesi evi ona bırakıp memlekete döndüğünden yalnız yaşadığı evde, iç çamaşırlarıyla uyuyordu geceleri.
Hayatı beraber öğrenmiş, ilk deneyimlerimizi yaşamıştık, birlikte.
Arkadaştık.
Aslında arkadaştan biraz daha öte.
Öğle yemeği adını verdiğim ikinci kahvemi hazırlamak üzere yürüdüm mutfağa. Dört gün önce haşladığım makarna gözüme ilişti. Kokuyordu. Tiksinerek döktüm çöpe.
Yaktı ağzımı kahve. Küfrederek bıraktım, tekli koltuğumun yanındaki, her işe yarayan kirli sehpaya.
Kapıyı aralayıp, hiç bakmadan, elimi uzatarak aldım paspasın üzerindeki gazeteyi. Tekli koltuğumun yanındaki sehpadan aldım kahvemi, oturdum.
Sıkmıştı gazete. Hep aynı haberler vardı. "Bıktım" demekten bile bıktığımdan, etmedim tek kelime.
Günün henüz başladığını farzettim sıkıntıdan. Yeniden duş aldım, yine ağzımı yaktı kahve, yine pencerede içtim, onsekizinci sigaramı.
"Bıktım bu rutinden!" demeyi öyle çok isterdim ki. Oysa hayalimdi böyle yaşamak. Günlerce konuşmamak, izlemek sadece, gözlemlemek.
Her insan gerçekleştiremez hayalini. Ben başardım. Mutlu etti mi bu başarı, memnun muyum hayatımdan? Bilmiyorum, sanırım.
Ama sanki…
Sanki bütün bunlar hayal halindeyken daha iyiydi.
Asıl gerçek olduğunda yitirdi gerçekliğini hayallerim.
Bir zamanlar düşünüp mutlu olduğum şeyleri, şimdi yapınca eksiklik hissediyorum. Bir şeyler eksik, tam uymamış sanki yerine.
Komşukızı çarpıyor gözüme, günün yirminci sigarasını yakarken.
Bana bakıyor.
Saniyenin ondabiri kadar bir süre gözgöze geliyoruz ve dönüyor ardına.
Mutfaktan, öğle yemeğimin suyunu ısıtmakta olan kettle çağırıyor beni anlık bir uyarı sesiyle. Taze çekilmi kahvenin kokusu doluyor yine ciğerlerime. “Sanırım tek zevkim bu.” diye düşünürken saçmaladığımı farkediyorum ve demliyorum kahvemi.
Kapı çaldı, açmadım.
Kim olduğunu merak edip delikten baktım sonra. Tahmin ettiğim kişi, fakat umduğum gibi değildi kapıdaki.