film bitmis, tavandaki spotlar göz kırparak yanıyor.
koltugun kenarlarını kavramış, gözlerimi kocaman açmış, kayan yazılara bakıyorum. yumruk yemiş gibiyim.
eşim koluma dokunuyor. kaçamak bakıyor tam ışıklar yanarken alelacele siliverdiğim gözlerime. "ne oldu?" diyor (söyleyecek başka şey bulamadığından olsa gerek).
"allah kahretsin ya!" diyorum. "böyle film çekilir mi!"
gülümsüyor eşim biraz, ama pek de gülümsemek değil bu. hem hüzün, hem tebessüm, hem mutluluk... böyle bir hisler karışımı güzel yüzünde. ince parmaklarıyla elimi okşayıp, "kalkalım mı?" diyor.
kalkıyoruz.
bacaklarım titriyor. dizlerim dirençsiz.
gülümseyeyim diyorum, ama eşimin yüzünde yer alandan farklı değil gibi büründüğüm ifade.
kapıdan çıkarken bir "allah kahretsin!" daha çıkıyor dudaklarımdan. gözümün önünde oğlunun yakalandığı marazı ailesine anlatan bir baba:
"elimizden geleni yapaceez deyor doktor, allahtan ümit kesilmez deyyor... ama... herşeye hazırlıklı olun deyor..."
annenin nereye koyacağını bilemediği elleri sarsıntı geçiren yüzüne yükselip iniyor.
teyzenin titreyen elleri bir bardak su götürüyor ağzına.
ve sonra baba "benimden yüzümdeeeeen" diye bağırarak üstünü başını yırtıyor.
kalbimde bir sarsıntı.
bir...
bir...
bir aile özlemi, baba özlemi, sevgi özlemi, hayat bitmeden yasanacaklari yasamak özlemi...
ellerine sariliyorum esimin.
"babamlara gidelim mi?" diyorum.
"gidelim" diyor.