the great fire

entry1 galeri
    1.
  1. bleeding through albümü.

    http://www.bilirkisiheyet...-the-great-fire-2012.html

    ...

    1999'da Orange County, california'da kurulan, altı beceriksiz adamdan müteşekkil Amerikalı metal grubu Bleeding Through -"heavy metal" dersem başım belaya girer-. 31 Ocak 2012'de yedinci stüdyo albümleri The Great Fire piyasaya sürüldü. Bu hafta yayınlanan indie albümlerinin pek iç açıcı olmamasının etkisiyle hevesle dinlemeye koyuldum albümü.

    The March bize tehlikeli bir yola girdiğimizi hissettiriyor. Neyle karşı karşıya olduğumuzu bilmeden kaygıyla ilerliyoruz derinlere doğru. Yaklaştıkça hercümercin sesini duymaya başlıyoruz. Çok şükür ki beklediğimiz kadar korkunç çıkmıyor muhatabımız. Ama bir şeylere çok kızmış olduğu aşikar. Sorgusuz sualsiz, bam güm kavgaya dalacakmış gibi varıyla yoğuyla ama yürek yeterli değil bildiğimiz gibi.

    ilk üç şarkı grubun idollerine saygı duruşu gibi geçiyor. Aslında albüm boyunca sırıtan Slayer, Pantera taklidi riffleri fark etmek konsantremizi bozuyor. Goodbye To Death girişindeki riff direkt "Megadeth Megadeth aguante Megadeth" olmuş. Ama aynı şarkının devamındaki tempo bizi ingiliz atlılarının hücumuna uğramış piyadeye çeviriyor, öyle bir karmaşa. The Devil And Self Doubt'in ortaları herhalde yaklaşık 40 dakika boyunca en zayıf düştükleri anları barındırıyor. Şeytanla mücadele etmek kolay değil. Adamı grindcore'dan alır nu-metal'e savurur.

    Grubun diğer albümlerini dinlemedim ama okuduklarımdan anladığım, önceki işlerinde clean müziğe daha çok yer vermişler. The Great Fire'da da tamamen uzak durmuyorlar tabii ki: Trail Of Seclusion'daki çaresizce hüzünlü giriş, duygusal Joe Satriani aralığında duran solo; Entrenched'daki sakin ve temiz girişlerle ileride âlâsını gösterecekleri yavaş yavaş yaklaşan kıyamet tasviri, Back To Life'ın ortalarına doğru kıvılcım gibi parlayıp yok olan Opeth-vari brutal-clean geçişi, (Final Hours'ta da bir benzeri var ama Manga'ya bağlamışlar. Hatta biraz da Finger Eleven -iyi gruptur- olmuş) ve hatta Guy Ritchie'nin Sherlock Holmes filmlerinde duyabileceğimiz tarzda gerilim müzikleri.

    Vokal iki heceden birini diğerleriyle aynı ölçüde söyleyerek zaten yaratıcılığa pek müsait olmayan alanlarını iyice daraltmış. Brandan Schieppati'nin sesi yaptıkları müziğe çok uygun ve bu da prodüksiyonun kötülüğünü az çok telafi ediyor. Duyduğumuz şeyin "harika" olduğunu söylemeyiz ama grubun göstermeyi amaçladığı öfkeyi, adam bildiğin kusuyor en yırtıcı haliyle. Gitarlar ekstrem metal dediğimizde gözümüzün önüne gelen -sinestezik miyiz lan biz?- figürden fazla uzaklaşamıyor. Zaten 2000'lerden sonra eline gitarı alıp da 20-30 yıl önce thrash metal gruplarının yapamadığı bir şeyi yapan kimse yok. Davulcunun ne yapmaya çalıştığını anlamak imkansız. insan kulağının ayırt edemeyeceği hızda çalmak istiyor da ortam müsait değilmiş gibi davranıyor en alakasız yerde tırrrrrrr yaparak. Lise yıllarında, çalmayı bilmeyen çocuğu stüdyoya davul çalmaya götüren grubun maruz kaldığı muamele -çocuğun şarkıdan bağımsız oynak ritimler çalmaya çalışması- tipinde bir amatörlükle çalıyor Derek Youngsma.

    Şarkıları birbirinin kopyası tekrarlamalar olmaktan çıkaran etken tabii ki orkestral düzenlemeler. Çoğu yerde zararsız öfke gibi duran bu müziğe karanlık değil de en azından kasvet katıyor (gitarist tremolo koluna asılmak suretiyle baltalasa da). Bunlar olmasa "albümden bir şarkı seçip yaklaşık 40 dakika boyunca dinlemekle albümü baştan aşağı dinlemek arasında bir fark yok" derdim ama durum o kadar vahim değil. En uzunu 4 dakika olmak üzere kısa, hızlı, meraklısına yetecek şarkılar. Son olarak, müzik tarihinin "Black Sabbath'tan önce" ve "Black Sabbath'tan sonra" diye ikiye ayrılabileceğinin göstergelerinden biridir bu albüm.

    5,1/10
    0 ...