albümün pitchfork'ta yayınlanan, mark pytlik tarafından yazılmış ve 10 üzerinden 7.9 almış incelemesinin tarafımdan yapılmış ve yani boktan olma ihtimali yüksek çevirisi:
madem in rainbows'taki müziğin dört yıldır kendi çalışma mekanizmasıyla ön plana gelme imkanı vardı, öyleyse, aslında dürüst bir iş problemi çözme girişimiyle sarmalanmış bu albüm unutulmaya meyyal. istediğin-kadar-öde sistemi sadece radiohead'in alicenaplığı değildi; sarsılmış müzik endüstrisiyle yüzleşmek için yöneltilecek tek ve en önemli soruyu sormak için tanınırlıklarını ve daha yeni kazandıkları bağımsızlıklarını kullanıyorlardı: download çağında çıkan bir albümün grubun fanları için değeri nedir?
geçen hafta pazartesi günü duyurulan ve sonra da planlanandan bir gün önce kızgın fanların önüne bir sığır bifteği gibi fırlatılan, grubun sekizinci albümü yardım kutusu modelinden vazgeçiyor ama yine de kendini müziği nasıl tükettiğimiz ve müzikle nasıl ilişki kurduğumuz hakkındaki kavramları sorgularken buluyor. 37 dakika süren sekiz hafif parça barındıran the king of limbs, radiohead'in 40 dakika seviyesinden az süren ve aynı zamanda modern albüm ile ep arasındaki belirsizliğe düşen ilk albümü. daha da ötesi, eğer radiohead müzikleri hakkında yeni bir soru sormak istiyorsa bu kasten kısa kesilmiş ve neredeyse meydan okuyucu duruyor.
thom yorke, ağustos 2009'da the believer dergisine "hiçbirimiz o uzunçalar kayıt şamatasına girmek istemiyoruz" diye konuştu. "ciddi bir külfete dönüştü. in rainbows'ta işe yaramıştı çünkü o zaman nereye gittiğimiz konusunda sabit fikirliydik. ama hepimiz dedik ki muhtemelen bir daha böyle bir işe girişemeyeceğiz. başımıza bela olur." bu bir radiohead üyesinin alenen albüm formatını inkar etme hayali kurmasının ilk örneği değildir ama en ikna edicisi olabilir. the bends, ok computer, kid a, amnesiac ve in rainbows kalıbında kayıtlar yapma stresinden kurtulmak için açıkça taahhüt şartlarını değiştirmekten daha iyi bir yol olabilir mi?
radiohead'in sekizinci kaydı the king of limbs, dikkat çekici bir şekilde, üzerine düşünülmüş ve uyumlu, aynı zamanda evvelki albümlerindeki spektrumun dışında bir yerde duran bir müzik bütünlüğü sunma girişiminde. büyüleyici akustiklerinin yahut grubun pazardaki dekorunun zedelenmemesi için söylemiyorum lakin kendi kilometre taşlarının çoğunun aksine, grubun yeni gelenekler oluşturmak için bütün beklentilere meydan okumasının zerre kadar mantığı yok.
onun yerine, çoğunlukla ufak duran ama grubun daha önce keşfedilmiş yönlerinin doğal evrimi olan sekiz şarkı var elimizde. açılışı yapan "bloom", radiohead'in robotik birer sıkıntılı davul döngüleri ve ritmik bir düğüm halindeki dökülen klaksonlar sekansıyla geri dönüşünü duyuruyor. "morning mr. magpie", eski bir canlı versiyon akustik balladın daha bir huzursuz formda yeniden biçimlendirilmesi. parçanın neşeli yapısı buzlu parlak bir yüzeye dönüşüyor. dağılan gitar formlarıyla birlikte tıkırdayan, fışırdayan perküsyon çalışması "little by little" kulağa döküntü ve sağlıksız geliyor. bu arada, "feral" parçasında yorke'un sesi eğilip bükülüp, camdan daha keskin ses çıkaran üzeri örtülmüş davul şablonuna karşı stereo kanalı etrafında vızıldayıcı şekilde yankılanan, james blake-vari kıvrılmalara evriliyor.
albümün bu daha ritmik yarısında, elektronik perküsyonü -tabii ki- ağır, ama bir de davulcu phil selway'in dengesiz zaman işaretleri üzerine kurulu abartı vurgularla birlikte şekilleniyor. daha öncelerden gelen kapsamlı grup enerjisi, bu arada, sanki kendi küçültülmüş bir versiyonuna doğru azalmış. "bodysnatchers"ı kotaran grup bu değil; bu adamlar, şarkıların çekip koparan bunaltısına uygun düşen kesin, neredeyse bilimsel bir kısıtlamayla çalıyorlar.
daha yumuşak, daha hayalci olan ikinci kısımda cisimler, ritimlerin geri plana çekilmesi ve daha geleneksel şarkı yapılarının ön plana çıkması ile saldırıya geçiyor. büyük ihtimalle bir ballad olmadığı ve nakartı olduğu için albümden önce single olarak yayınlanan "lotus flower", yorke'u sinsi, tiz modda akılda kalıcı olmayan hooklar* savurur halde yakalıyor. albüm, önce allak bullak flanşlanmış** piyano akorlarının, uzun, ağlamaklı ses titremelerinin ve en davetkar haliyle yorke'un ön plana çıktığı "pyramid song"un uyuşturulmuş kuzeni "codex" ve sonra akustik, gitar öncüllü, yıkılmak üzere olan harikulade armoni duvarına tiz sesler doluşturan call-and-response*** "give up the ghost" ile devam ediyor. son parça "separator", aklıselim, orta tempoda, 1990'lar radiohead'i ile neil young dokunuşundan ilham almış gitar çalışmasıni birleştiren ve başladığı karmaşık patırtıdan kilometrelerce uzakta hoş ve basit bir notayla kapanış. tam bir yığıntı olan ilk yarıyla kıyasladığımızda albümün siz farkına bile varmadan bitişe ulaşan son geniş bölümünde, bütün o açık alanla ilgili tatmin edici bir şey var. albümün 37 dakikasından bile daha hafif hissettiren iyi ambalajlama numarası.
yani: sekiz parça, hepsi harcadığınız vakte değer ve hatta the king of limbs muhtemelen radiohead'in en çok anlaşmazlık yaratan kaydı diye kabul edilebilir. forumlarda ve sosyal medyada yapılacak bir tarama, birçok hayal kırıklığına uğramış fanın elde ettikleri harikuladelik ile elde edeceklerini düşündükleri deha arasındaki boşlukta mana aradığı izlenimini veriyor. albümü genel olarak değerlendirdiğimizde kafaların karışmasının normal olduğu o boşluk. orası radiohead'in en alışılagelmiş arazisi ve grup faydalı ürün vermeye devam ediyorken grubun imzası olan tamamen değişme tutkusu cevapsız kalıyor.
* hook: Bir parçanın dinleyicinin dikkatini çeken, kulağına takılan, en akılda kalan melodik bölümü.
** flanş : "flange" Bir ses dalgasının kopyasının, orjinaliyle görece küçük bir zaman farkı oluşturacak şekilde mikslenmesi sonucu yaratılan bir etkidir
*** call-and-response : Solist bir cümle söyler, buna enstrümanla cevap verilir ya da bir enstrüman melodik bir cümle çalar, askıda bırakır, buna cevap olarak çözülen bir melodi çalar.