çocukluğumuzun en büyük eğlencelerinden biriydi. diğer yaşıtlarımız kapı zili çalıp kaçarken ben ve sevgili piç kuzenim burak, arabaların alarmını çaldırabilmek için tekerleklerine tekme atar, baktık çalmıyor kapısını tekmeleyip kaçardık. tabi kaçmadan önce piçliğe tavan yaptırmak için şoför tarafındaki ön kapının koluna tükürürdük. bu bizim gizli işaretimizdi. psikopat seri katiller gibi arkamızda bir iz, bizi özel ve farklı kılacak bir işaret bırakmak temel prensibimizdi. alarmdan sonra arabasını kontrole gelen elemanın kapıyı açmasıyla eline o tükürüğün bulaşması kafamızda hep şöyle canlanırdı:
as: araba sahibi
as: ulan teyibi götürmüş olmasınlar?
(anahtarı çevirir, kapıyı açmak için kapı kolundan tutar, tükürük eline bulaşır)
as: bu ne lan? ...... hayır, olamaz, olamaz! kara tükürük çetesi bu! hanım topla eşyaları taşınıyoruz bu mahalleden!
ana prensibimize bağlı kalmak şartı ile iki de temel kuralımız vardı.
1. kural: asla aynı arabaya günde iki kereden fazla saldırma.
2. kural: yakalanırsak birbirimizi tanımıyoruz.
2. kuralı tecrübe etmek hiç kısmet olmamıştı çünkü o kadar ustalaşmıştık ki bu işte, bizi yakalamak... peh...
1. kurala ise hep sadık kaldık. zaten malatyanın ufak bi mahallesi amk, o zamanlar mahallede toplasan 5 tane alarmlı araba var. malatyanın adamı da çok uyanıktır. perdenin arasına kurar pusuyu, yakalanırsak siki tuttuğumuzun resmidir. alarm diye takar herif seni arabaya.
neyse bi akşam gene burakla oturuyoruz. öğleden beri çamurdan ev yapmaktan sıkılmışız. şöyle bir konuşma geçiyor:
ben: olm sıkıldım lan ben, bi araba mı öttürsek?
burak: valla süper olur kuzen, havada iyice karardı zaten.
ben: beyaz tempraya ne dersin?
burak: 1. kuralı unutma kuzen.
ben: haklısın kuzen. neyse iki tur atalım birine dalarız, kaç araba var ki zaten?
çıktık bununla sokağa. bizim sokakta insanlar olduğu için alt sokağa geçtik. 10 adım attık atmadık.. pırıl pırıl, simsiyah bi mercedes.. ilk defa görüyoruz mahallede. işin en güzel tarafı sol ön kısımdaki o cezbedici mavi lamba salyalarımızı akıttırarak yanıp yanıp sönüyor. sıkılmışız tempra, doğan, broadway öttürmekten. "hem bunun sesi de farklıdır lan" deyip kararımızı o dakika verdik.
arkadan usulca yanaştık arabaya. sessizce şoför tarafına geçtik. kuzene işareti vermemle kapıyı tekmelemesi bir oldu. tam tükürmeye hazırlanıyordum ki burak birden deli sikmiş gibi koşmaya başladı. fırladım bende peşinden tabi. meğersem herif arabanın içinde uyuyormuş. kapıya tekmeyi koyunca ve hemen akabinde de arabanın alarmı borazan gibi ötmeye başlayınca herif uyanmış. tabi bizimki de görmüş herifin karartısını, vınn.. benim tabi haberim yok olaydan. bir yandan koşuyoruz bir yandan:
ben: olm daha tükürmeden niye kaçmaya başladın?
burak: sus lan sus, konuşma amk koş!
ben: prensibimize ne oldu?
burak: siktirtme lan prensibini, arabanın içinde herifi görmedin mi amk, skecek toynağımızı!!!
son lafı bende nasıl bi etki yarattıysa artık, toynakları 5. vitese aldım, deli gibi koşuyorum. oldum olası hızlı koşardım zaten ama o an buraktan hızlı koşmam yeterliydi. arayı iyice açtım burakla, siksen durduramazsın beni, kuzenlik te bi yere kadar.
herif te motoru çalıştırıp mercedesle bizi peşlemeye başladı. bildiğin datmin edecek bizi kafaya koymuş. hoş benim mercedesim olacak, iki tane piç kapısını tekmeleyecek bırak datmin etmeyi o ana kadar birikmiş, uygulama sahası bulamamış ne kadar fantezim varsa devreye alırım.
motor sesi hızla yaklaşıyordu. can havliyle kendimi karanlık bir sokağa attım, koştum, koştum...
benim hikayem buraya kadar, ertesi gün gerisini buraktan dinledim.
bizim kuzen can havliyle o sokak senin bu sokak benim deli gibi koşarken birden karşısına çıkmış mercedes. arabanın güneş gibi parlayan farları, bizim burağı gece gözüne ışık tutulmuş tavşana çevirmiş. dizlerinin bağı çözülmüş orda, kitlenmiş korkudan. herifte bunu yakalayıp ağzına sıçmış tabi. o arada bizim ikinci kuralı da ihlal etmiş ibne. ağlaya ağlaya bütün aile bağlarımızı anlatmış adama, ben tekmelemedim o tekmeledi diye. ama dinler mi herif, sikmiş belasını.