Masaki Kobayashi'nin 1959-61 yılları arasında çektiği üçlemedir. ikinci dünya savaşının son demlerinde geçer bu üçleme. japonya emperyalist amaçları doğrultusunda çin'işgal etmiştir ve çin'in madenleri bir japon firması tarafından çıkarılmaktadır. askerden kaçmak isteyen japon gençlerinin önünde ise iki seçenek mevcuttur. birincisi bu sömürge şirketlerinde yönetici olmak ya da askere gitmek.
filmin "pratogonist"i ise yüzündeki ekspresyonist ifadeden anlaşılacağı üzere kaji'dir. kaji askerden kaçmak[bir nevi de sevgilisinden ayrılmamak için] güney çin'deki sömürge japon şirketinde çalışmak ister ve bu vesile ile askerlikten yırtar. fakat orada karşılaştığı olaylar onun üzerinde derin etkiler bırakır. Kobayashi'nin de kendisinin felsefe okumasından mütevellit bu film de derin "varoluşsal dokunuş"lar mevcuttur. filmin çekildiği mekan maden ocakları olması nedeniyle ve sürekli tepelik alanlarda yer almasından mütevellit hep bir sisifos imgesi mevcuttur.[bu tarkovski filmlerinde nostalgia'da mesela hareket etmeyen bir bisikletin pedallarını çeviren "deli erland josephsonn karakteri"nde ya da bergman filmlerindeki bir el arabasını tepelik bir yere çıkarmaya çalışan karakterlerde bariz şekilde mevcuttur] bununla birlikte kaji sürekli bir "anguish"[sartre'ın ifadesiyle "bunaltı" durumundadır].
bu bunaltı aslında sürekli arada kalması ve yapmak zorunda olduğu seçimler ile karakterize edilmiştir. sartre aslında bunu şu şekilde ifade eder: "aslında kendi seçimlerimizi yaparken bir başkasını da seçeriz". mesela tek eşli evlilik yaptığımızda insanların da bu yönde seçim yapmasına dair bir özendirme durumuna sokmuş oluruz. bundan dolayı bir insanın omuzlarında oldukça büyük bir sorumluluk mevcuttur. çünkü o seçimiyle diğer insanları da seçmiş ve onların sorumluluklarını sırtında taşımış olur. kaji'nin ise çinli mahkumların sorumluluğunu üzerine alması ve onlara sürekli şiddet uygulandığında, uygulayanlara engel olmaya çalışması bu şekilde de okunabilir. kao[başkaldıran çinli esirlerden biridir ve diğer esirlere nazaran başı dik ölecektir] öldüğünde de aşığı onu öldüren askerin yerine "kaju"yu suçlayacaktır. bunun nedeni ise "bu sorumluluğu yüklenen" kaji'dir. çünkü insanlık trenini yakalayan ve varoluşu ile yüzleşen de tek insan kendisi olacaktır.
kaji belki de sinemada gördüğüm en idealist kahramandır. kaji "işçilerin performansının artırılmasının onların koşullarının düzeltilmesi ile sağlanacağı" yönünde de bir tez hazırlamıştır. fakat bu tez ise sürekli filmdeki karakterler tarafından işlerin teoride farklı ve uygulamada farklı olduğu sürekli dillendirilir. bu konnotasyon filmin ilerleyen bölümlerinde sürekli altmetinsel olarak verilir. aslında marksizmin ve reel sosyalizmin tarihine de bir atıftır bu.
sartre şöyle der;"nous sommes condamnés à la liberté". yani özgürlüğe mahkumuz der. kempeitai isimli asker[esirleri japon sömürge şirketinin çalışma kamplarına getiren generaldir kendisi] ise kaji'ye eziyet ettikten sonra, "seni serbest bırakıyorum ama özgür bırakmıyorum"der. burada yukarıda ifade ettiğimiz sartre'ın sözlerinin sürekli çağrıştığını hissederiz. salt bununla da bitmez. bresson filmlerinde[mesela pickpocket] görmeye alışık olduğumuz "tutsak imgesi"de yer alır. çalışma alanlarından kaçmaya çalışan beş işçi yakalanmış ve cezalarını çekecektir. kaji onlar ile konuşmaya gider. fakat nezaret içinden yapılan çekimin aslında işçilerin değil asıl tutsak olanın "kaji" olduğu nosyonunu gündeme getirir. çünkü bu çekim ile kaji parmaklıklar ardında gösterilir. kaji camus'nun başkaldıran insanını oynar. zaten üçlemenin birinci serisinin sonunda da tüm işçiler idama karşı başkaldırarak, camus'nun la peste'de gerçekleştirdiklerini gerçekleştirir, yani kaji'nin tek başına yapamadığını. camus'nun kanonunda başkaldıran insanın en önemli iki temsili; tarrou ve rieux'tur. camus'nun başkaldırmasının da belirli aşamaları vardır. öncelikle "başkaldırıyorum o halde varım"şeklindedir bu daha sonra ise "başkaldırıyorum o halde varız"a inkilap eder. zaten bu da birinci filmin sonlarında sürekli hissettirilir. işçilerin "kaji"nin önderliğinde başkaldırarak toplu idamların yapılmasını engellerler.
burada ilginç nokta aslında her insanın maske taktığıdır. insan olanında insan gibi göründüğünün canavar olanın da insan gibi göründüğünün altı çizilir. bilhassa makyavellenist japon sömürge şirketinin patronunun ve diğer insanların kaba asker mantığı ile "insanları yönetmeye çalışması"nın sürekli yanlış olduğu film içinde lisan-ı hal ile dillendirilir. sartre her insanın yukarıda ifade ettiğimiz bunaltı'yı yaşayacağını belirtir. bundan kimsenin kaçamayacağını da ekler. bundan kaçmaya çalışanların ise bunu maskelediklerini ifade eder. bu süreçte kaji gibi insan olanlar olduğu gibi sürekli birilerinin piyonu olan ve insan olmak ile olmamak arasında kalmış karakterler de mevcuttur. son kertede bir uyanış olmasına rağmen bu fazlalıkla arada kalma "chen" iismli karakteri ölüme götürecektir. burada "chen" karakterinin tamamiyle başkalarının seçimi ile belirlenen bir karakter olduğunu görüyoruz. sonu da intihar ile bitecektir. fakat son olarak en ilginç "shot" ise kempeitai ile kaji arasındaki boş mezar sahnesidir. işçilerin idam edilmesine karşı çıkan kajiye, ceza olarak şirkete gelen general tarafından "idamlara tanık olacağı" emri verilmiştir. bu minvalde kempeitai ile kaji arasındaki boş mezarın aslında bir uçuruma dönüştüğünü anlarız. bu ise çok açık anlaşılacağı gibi "insan" ile "canavar olan insan" arasındaki ayrımı sembolize eden en etkili göstergedir.