kimseye etmem şikayet

entry198 galeri video8 ses1
    97.
  1. çoğu kişinin zannettiği gibi güftesi kemancı sarkis efendi'nin değil, feyyaz efendi'nindir. her dinlediğimde, yazılmış en içli şarkı olduğunu düşünürüm. hele bir de hikayesi bilinince, gözlerden iki damla akıverir yanaklara doğru.

    ...............................................................

    feyyaz efendi öğretmen okulunun son sınıfında iken I. dünya savaşı çıkar. bir sabah dersteyken, okul orduya tahsis edilir. Ordu bu binayı hastane olarak kullanır, öğrencilerden de orduya gönüllü yardımcı olmaları istenir. feyyaz burada yaralılarla ilgilenir. tuttuğu günlüğe her gün 50 civarı kişinin öldüğünü not eder. tifüs, dizanteri ve türevi bir sürü hastalık ortada at koşturmaktadır. bu kadar hastalığın olduğu yerde ona hastalık bulaşmaması imkansızdır. nitekim o da hastalanır, eve gönderilir.

    daha sonra yedek subay okuluna gönderilir. birkaç ay sonra vatanı savunma vazifesine nail olur. bitlis'teki rahva boğazı'nda düşmanla çatışır. geceleri askerlerin kıçı donmaktadır zira hava -30 dereceleri bulmaktadır. ayrıca tifüse de yakalanan feyyazın kılını kıpırdatacak hali kalmamıştır. bu nedenle hastaneye sevk edilir.

    hastanede istirahat ederken bitlis ermeniler tarafından işgal edilir. dışarıdan kurşun sesleri saat "tik tak"larına karışır. hastanedeki grup, ermeniler tarafından teşhir edilmemek amacıyla bütün kimlikleri ve benzeri belgeleri ateşe verirler. daha sonra hastaneye giren ermeni grup içerideki bütün kıymetli parçaları alıp giderler. hastanedekiler ise karşı binadaki ermeni kadınlara sığınır. o ermeni kadınlar da zamanında başkaları tarafından tehcirden alıkonulan ermenilerdendir. fakat gelen ermeniler, kim olduğuna bakılmadan hepsinin öldürülmesine karar verir. dışarı çıkarılırlar. silahı başına dayayıp, tetiği çekmeye başlarlar. öldürülmeyen birkaç kişi kalmıştır. bunlardan biri de feyyazdır. kalanlar da infaz edilecekken, ermeni bir doktor yardımcı olur ve serbest bırakılırlar.

    daha sonra tekrar ermeniler tarafından esir alınırlar. yolda üst üste yığılmış onlarca şehit görürler. kar ile kan birbirine karışmış, çürüyen ölülerden çıkan kokular dayanılmaz bir hal almıştır.

    tiflise kadar bir şekilde gidildikten sonra ailesine telgraf çeker ve esir karargahında olduğunu bildirir. sonra rusya sınırına kadar hareket edilir, oradan da trenle sibirya'ya ulaşırlar. burada özgürlüklerine kavuşan grup üyeleri, yaşamlarına ayrı ayrı devam eder.

    feyyaz bir süre sonra rusçayı öğrenir. aynı zamanda hastalığı vereme dönüşmüştür. işte tam da bu zamanlar, zorluklarla geçen hayatı boyunca hiç yaşayamamış oldığu bir duyguyu iliklerine kadar hisseder, aşk... eşi, savaşta ölmüş bir rus subayı olan marya adlı kadına aşık olur. marya keman, mandolin ve piyano dersi vererek yaşamını sürdürmektedir. sarışın, mavi gözlü, uzun boylu bir afettir. feyyaz maryaya daha yakın olabilmek için sabah saat on-on bir arası mandolin dersi alır. dersler sırasında birbirlerine iyice yaklaşırlar. ama verem artık feyyaza dayanılmaz acı vermektedir. işte tam o sırada defterine şu satırlarla başlayan güftesini yazar: "ağla ey dil ağla şimdi halime, perde-i zulmet çekildi parlak istikbalime..."

    ............................

    bi tarih dergisinde okumuştum, çok dokundu. yaa sözlük, nice insanlar var hayatı boyunca aşık olmamış, daha kötüsü de nice insanlar var tam aşkı bulduğu anda sonsuzluk vagonundan el sallamak zorunda kalan...
    0 ...