şık bir takım elbise, hoş bir parfüm kokusu ve hafif naneli bir sakız.. iş görüşmesine giderken üzerinizde olması gereken üç olmazsa olmaz ile birlikte evden çıktım. mesleğimle hiçbir alakası olmamasına rağmen bir firmanın rusyadaki yan sanayileri için "yurtdışı tedarikçi geliştirme mühendisi" başlığıyla verdiği afilli bir ilanın cazibesine kapılmış izmir'in güzel bir ilçesine doğru yola koyulmuştum.
her iş görüşmesi yolculuğunda olduğu gibi gene hayaller alemine dalışa geçtim. şirketteki ilk günümde ayda 5000 lira maaşa ilaveten bana lüks bir araba tahsis ediliyordu. lüks arabamla beraber havaalanına gidiyor, moskova uçağını beklerken espressomu yudumluyordum. yolculuk kısa ama zevkli geçiyordu. ilk gün moskova'daki fabrikada işlerimi bitiriyor, blackberry'den merkeze rapor mailimi atıyor ve moskova akşamlarına kendimi bırakıyordum. türkiye'nin doğal güzellikleri hakkında güzel rus kızlarına şirket profiline uygun sunumumu yaptıktan sonra 5 yıldızlı otelime dönüyor ve sıcak bir duşa giriyordum. hayat çok güzeldi.
birden keskin bir kolonya kokusu geldi. şerefsiz muavin beni güzel düşlerimden 1 milyonluk bir kolonya şişesiyle uzaklaştırmayı başarmıştı. kolonyamı yüzüme gözüme sürüp muavine teşekkür ettikten sonra arkasından "soluğunu skiim" diye mırıldandım. çok hızlı bir şekilde arkasını döndü. üzerimde takım elbise, sinek kaydı traş, bebek bir yüz ve oturur vaziyette olmam zaten günde 16 saat yolculuk yapmaktan dolayı siniri tepesinde, "yokmu beni s.ken" diyen birini arayan muavine karşı şansımı sıfıra indiriyordu. resmen "yokmu beni s.ken" diye mırıldanmıştım muavine. şoförle birlikte beni evire çevire dövecek, abi bokunuzu yiyeyim dememe zerre kadar aldırmayacak ve in lan aşağı diyerek beni orta kapıdan geldiğim yere, çöplüğe degajlayacaklardı. iş görüşmesi yalan olacaktı. bütün geleceğim ve istikbalim tehlike altında olduğundan ayağa kalktım ve yumruğumu sıkıp kendimi ilk vuruşa odakladım. muavini ilk vuruşta indirdikten sonra ne olacağı hakkında hiçbir fikrim yoktu ama geleceğim için bir şeyler yapmak zorundaydım. ben yumruk beklerken "su mu istedin birader" diye sordu sert bir şekilde. birden ayakta olduğumu farkettim. hemen toparlamam gerekiyordu çünkü yumruğumun sıkılı olduğunu farkederse muavinle geri dönüşü olmayan bir yola girebilirdik. "yok canım abim ben alırım" dedim ve orta kapıya doğru yürümeye başladım.
otobüsten inip fabrikaya doğru yürürken götümden akan soğuk terler hala kurumamıştı. aynı boş boğazlığı ik sorumlusu bayan'ın karşısında yapmamak için kendime söz verip yoluma devam ettim.
yaklaşık yarım saattir skindirik bir odada şerefsiz ik görevlisinin gelmesini bekliyordum. yerdeki karo taşlarını saymayı bitirmiş, 3 kere burnumda birşey var mı diye kontrol çekmiş, kalıplaşmış ingilizce cümleleri 2'şer kere tekrar etmiş, araya ik'cı bayan hakkında bir fantazi bile sıkıştırmıştım. yapacak birşey kalmamıştı. burnumu 4. kez kontrol etmeye hazırlanıyordum ki içeri girdi. zamanlamasını takdir ettim. işte başlıyordu. ne olursa olsun bu işi alacaktım.
lk başta herşey çok güzeldi. bana şu ana kadar hiçbir hatunun sormadığı o şukela soruyu sormuş beni benden almıştı. "sizi biraz tanımak isterim, bana kendinizden bahsedebilirmisiniz?" sazı elime almıştım, anlattıkça coşuyor, kendime öve öve bitiremiyordum. bilgisayardan giriyor, ingilizceden çıkıyor, bitirdiğim projeleri şirketleri iflastan kurtarmışım edasıyla anlatıyordum. erasmusla amsterdam'a gitme durumumu ve bu tecrübenin bana ve kariyerime yaptığı olumlu etkileri sıralamaya hazırlanırken birden araya girerek "would you please tell us about your erasmus experience and the values that you add your career with it" diyerekten soruyu koydu, arkasına yaslandı, rahatça gerindi ve sırıtarak dinlemeye hazırlandı. bi orgazm sigarası yakmadığı kalmıştı. kırmızı ışığı görüp son hızla gitmekteyken frene basmış acılı bir ferrari gibi hızım kesilmiş, resmen sarsılmıştım!
anama küfretmiş gibi baktım suratına ilk bir iki saniye. sonraki saniyelerde ne dicem lan ben bu karıya diyerek iyice odaklandım suratına. resmen uzunca sayılabilecek bir süredir, buzağı gibi karının suratına bakıyordum. ik'cı bayanın ilk baştaki sırıtışı yerini tedirginliğe bırakmıştı. ben ise birden rusya yolculuğunu hatırlayıp mutlaka birşeyler anlatmam gerektiği farkettim. uykudan uyanmışçasına irkilerek "i am 25 years old" diyerekten konuşmaya başladım. sonradan kendime defalarca yaratıcı bir biçimde küfretmeme sebep olan bu aptal giriş cümlesinden sonra tahmin edersinizki saçmalamaktan öte bir şey yapamadım. yaş konusunu erasmusun bana kattığı tecrübelere nasıl bağladığımı hala hatırlayamıyorum. hatırlayabildiğim tek şey ik'cı bayanın bana ezilecek bir böcek gibi, iğrenerek bakıyor olduğu gerçeği idi. resmen tiksindirmiştim kendimden. tamamen s.çmıştım. toparlamak için artık çok geçti, ne yaparsam yapayım hatun tarafından ingilizce zıçan adam olarak hatırlanacaktım. rus kızlar, lüks otomobiller ve espressolar hayal olmuştu. birden ingilizcenin değil rusçanın daha önemli olduğu bir şimşek gibi beynimde çaktı. ama kahretsin ki rusça da bilmiyordum. ama önemli değildi ve hemen bu hafta içinde rusça kursuna başlayacağım hakkında bir yalan uyduruverdim. bu zekice hamle meyvesini vermiş görünüyordu, zira bana tiksinerek bakmakta olan ik'cı hatun etkinlendiğini belli eder şekilde "hmm evet iyimiş" dedi. güvenim kendime gelmişti. ortalığı kasup kavurmaya hazır bir tarkan olarak lavların arasında tekrardan doğmuştum. tam kılıcımı elime almış "atıl kurt" diyordum ki o kahreden ikinci soru geldi: "bu işle alakalı bir tecrübeniz olmadığı halde kendinizi bu işe uygun görme nedeniniz nedir? neden sizi seçelim?"
aslında haklıydı. rus kızlarla bi tecrübem yoktu, hayatımda hiç lüks bir arabaya binmediğim gibi uçağa da en fazla 4 kez binmiştim. terlemeye başlamıştım, düşünemiyor konuşamıyordum. son 15 yılda hızla gelişen insan kaynakları politikalarının gelmişine geçmişine sövüyordum içimden. doğru işe doğru insan politikasını bırakıyor, performansa dayalı ücret yönetimini alıyordum altıma.
o dakikadan sonra iş görüşmesinin nasıl devam ettiği konusunda hala bir fikrim yok. en son ik görevlisine ileride "yurtdışı tedarikçileri geliştirme ve yaşatma derneği" kurmayı planladığım gibi bir cümle kurduğumu hatırlıyorum.
fabrikadan sarhoş gibi çıktım. başım önde, sağıma soluma bakmadan otoyola kadar yürüdüm. dönüş yolunda da aynı puşt muavine denk geleceğim korkusuyla otostop çekmeye karar verdim. lüks bir araba geliyordu, baş parmağımı hareketlendirip otostop çektim. durmadı pezevenk, yolda birikmiş suları da üzerime sıçratarak tam gaz bastı gitti. 100 metre ileride havaalanı yoluna saptığını gördüm.