çarpıcı bir film. lars von trier'i bilenler bilir, iyi yönetmendir ama filmleri biraz sanatsal ya da entellektüel ağırlıklıdır genelde. metaforlar, anlaşılması zor sahneler, bilmece gibi bir sunum...özellikle son dönem filmleri böyledir. melancholia da biraz öyle ama bir o kadar da basit ve yalın.
spoiler vermeden film ile ilgili olan bitenleri anlatmak zor . o yüzden filmi izlemeyenler için şiddetle tavsiye ediyorum ama mutlaka sinemada izleyin. herkes sevmeye bilir ama benim gibi sevenler çarpılacaklardır filme. o yüzden bu filme bir şans tanıyın ve sinemada izleyin.
--spoiler--
film bende hiçbir kıyamet filminin yapmadığı etkiyi yaptı. kıyamet filmlerini izlerken hep senaryo çok zorlama gelirdi ve inandırıcılıktan uzak bulurdum. oysa bu filmde kıyamet çok farklı bir şekilde gelmese de, armageddon'dakine benzer bir senaryo (göktaşı değilde bu sefer bir gezegen) olsa da etkisi çok daha güçlü oluyor. çünkü armageddon'da ki diğer kıyamet filmlerinde ki hiçbir klişe bu filmde yok. film hollywood filmi gibi değil yani.
hiçbir kıyamet filminin yapamadığını yapıyor film, şehirlerin yıkılma sahneleri olmadan, sadece basit bir kaç efektle yapılmış sahneleri ile...işte sinema bu yüzden özel. her ne kadar görsel bir sanat olsa da herşey görsellikte bitmiyor. binaları güzelce yıkarak, şehirlerin yok oluşunu tüm teknolojiyi kullanıp beyaz perdeye aktararak güzel film yapılmış olmuyor. işin gerçekten de bir sanat yönü var.
film bittikten sonra dünyanın böyle bir sonunun olabileceğini düşünüyor insan ama çok daha önemlisi kendi ölümünü düşünüyor. ölüm geldiğinde clair gibi çırpınacak mıyız yoksa justine gibi dingin bir şekilde mi karşılayacağız?
evet ölüm söz konusu olunca ister istemez dini bilgiler akla geliyor hemen. her ölüm bir kıyamettir aslında ve herkes ölecek, herkes o kıyameti yaşayacak. ne garip, oysa hiç ölmeyecekmişiz gibi yaşıyoruz gerçektende. sanki ölüm hep başkalarını buluyor, bize çok uzak. daha genciz çünkü...
diğer taraftan kuran'da ki kıyamet ayetleri geliyor akla. dağların paramparça olduğu, denizlerin taştığı bir kıyamet senaryosu. kuran'ın bu ayetleri indiğinde bir çok insan dünyanın sona ermesini bir türlü akılları almamış, alamamış. onlara göre dünyanın böyle paramparça olması imkansız çünkü. oysa günümüz insanı için kıyamete inanmak çok da zor değil. hatta hatırı sayılır bir grup 2012'nin sonuna doğru kıyametin kopacağına inanıyor.
insan ölümle karşılaşınca "bana ne olacak?" diye soruyor. yok olacaksam neden var oldum? yok olmayı kabul etmiyor insan. şairin dediği gibi dönen yok ki seferinden, oturup bir güzel anlatsın, şunlar şunlar olacak desin. öyle de bir şey olmayınca kocaman bir belirsizlik kafaları kurcalayıp duruyor. din haricinde hiçbir şey dolduramıyor ya da doldurmuyor o belirsizliği. belki de o yüzden dinler çok prim yapıyor. bilim de cevap veremiyor çünkü sonrasına. benim gibi oldukça realistler bile "inanmakta fayda var, yok olacaksak zaten olacağız ama yok olmayacaksan inançlı gidelim bari" gibi gayet gerçekci ve biraz da çıkarcı bir düşünce ile bakıyor ölüm sonrasına.
ya dünyanın ölümü? herşeyin, tüm medeniyetin yok oluşu...ama justine'e göre zaten dünya kötü, ölmeyi çoktan hakediyor. insan ilişkileri iyice kokuşmuş. medeniyet dediğin tek dişi kalmış bir canavar olmuş. clair ise tedirgin çünkü çocuğu var, güzel bir düzeni var, hayatla arası çok da kötü değil, hayatla bir türlü barışamayan kız kardeşine inat.
belki de o yüzden justine ölümü bir son değil de bir kurtuluş olarak görüyor, sadece kendi ölümü değil tüm dünyanın ölümünü de öyle karşılıyor.
ölümü kimse klişe kıyamet filmlerinde ki gibi ellerde şampanya, bethoven'ın 9. senfonisi ile karşılamaz. kuran'da da kıyamet günü insanların birbirinden kaçtığından, telaş ve panik içinde olduğundan bahseder. elde şampanya, klasik müzik ile kıyameti karşılayan filmlere çok güzel bir taş atıyor, trier.
fakat her son bir sona eriş midir? dünyanın sonu, kıyamet bir sona eriş midir? yoksa yeni bir başlangıç mıdır?
ölümden korkmak ayıp mı? ölümü sakince, huzurluca karşılayamamak? mevlana'ya daha çok saygı duyuyor insan, ölümü bir kavuşma günü olarak gördüğü için, ölümünde yas değil, kutlama olduğu için...
filmde ki hemen her erkek sorunlu. patron tam bir kapitalist, paracı, güç budalası; koca dersen karısının güzelliğine vurulmuş, çok da ötesini hesap edemeyen, kestiremeyen mıymıy bir tip, baba zevk düşkünü bir pezevenk, hizmetliler düzenin uşağı, enişte en zor anlarında ailesini arkada bırakacak kadar hödük...
filmin iki ana karakterinden justine hasta...hastalığının da etkisi ile hayatla bir türlü barışamıyor, deniyor ama olmuyor. filmin başında ki limuzin gibi, yollara sıkışıp kalıyor. etrafımızda çok var justine'ler. facebook'ta şurda burda "çoooook mutlu" olduğunu o kadar çok haykırıyor ki anlıyorsunuz aslında bu kişilerde ki olmamışlığı, yapaylığı. hep birşeyler eksik. düğünün sonunda kocası ile değil elin oğlu ile sevişecek bir sürü tip, fiziken olmasa bile ruhen bunu yapan, mutluluk oyunu oynayan o kadar çok kadın var ki!
clair ise hayata barışık gibi, dengeli, mantıklı, güzel bir yaşamı var, ailesi, çocuğu, kahyası, atları, çiftliği var.
belki tek eksiği golf sahasında 19. delik. 19. delik filmin sonunda kendini gösteriyor ama kıyametle birlikte hiçbir şeyin anlamı kalmadığı için sahip olduklarının artık hiçbir anlamı yok. o yüzden de endişeli gezegenin çarpmasından, varolduğu herşeyin elinden kayıp gitmesinden. bu dünyaya ne kadar bağlanırsan kopması da o kadar güç oluyor. dini bir motif daha...
gezegenin uzaklaşıp gideceği sansırı ile sevindirik olurken daha sonra işlerin sarpa sarması çok bilindik bir durum. bazen tüm uğraşlar sonunda tamam bu iş oldu diyorsun, olduğuna dair işaretleri de görüyorsun, tıpkı gezegenin çemberde küçülmesi gibi ama sonra nasıl oluyorsa o iş geri dönüyor, bozuluyor. çok büyük bir hayal kırıklığı bırakıyor arkada. melancholia gibi dağıtıyor ortalığı...