kadın hakları konusunda 1923-1949 döneminde hayat bulmuş ve kendini "kamalist" olarak tanımlamış dönemde vucüt bulmuş gelişmelerdir.
kadın hakları konusu kemalist tarih yazımının en fetiş konularından. yazıma göre kemalist rejim nasıl ki bizi kul olmaktan çıkarıp vatandaş yaptıysa, bu en ziyadesiyle kadınlar için tezahür etmiş, kadınlar bu dönemde bilumum haklarına kavuşmuş.
ama gerçekte işlerin bu şekilde yürümüş olduğunu söylemek zor görünüyor. nitekim, nasıl ki tarihi kazananlar yazıyor bu kazananlar işe ilk önce kendilerinden önceki dönemi kötüleyerek başlar. gerçekten de kemalist rejim osmanlı'yı bir bütün halinde batı'lı değerler anlamında mahkum etmekle işe başlamış, ardından da 1923'le başlamış büyük bir aydınlamanın tarihini yazmıştır. ama biz osmanlı'da batı'lı değerlerin ta 1800'lerde ayan ve pazar
için üretim yapmaya koyulmuş nispeten büyük çiftlik sahiplerince, büyük kentlerde yaşayan esnaf kesimince ve özellikle balkanlar'da yaşayan halk kitlelerince ve genel olarak tanzimat dönemi aydınlarınca yakıldığını ama her seferinde tıbbıyeli darvinist askerler tarafından sahiplenildiğini biliyoruz. özellikle de 1908 devrimi'yle başlayan meşrutiyet döneminde oluşan sivil toplum, bugün dahi ulaşılamamış kadar zengin bir çeşitliliğe sahne olmuş, sosyalist, anarşist, feminist, islamcı, milliyetçi her görüşte pek çok dernek ve siyasi hareket kendisine yer bulabilmiş, ittihatçı gelenek 1913'de darbe yapıp da ülkenin sonunu getirene kadar bir çok hak devlete rağmen elde edilebilmiştir.
cumhuriyet türkiyesi'nde ise insan hakları ve özel olarak da kadın haklarının gelişimi için aynı tabloyu zikretmek güç. zira sıkça sözü edilen seçme seçilme türü hakları kadınlar tarafından elde edildiği görüşü fazla düz mantık. zira,
1. öncelikle devlet bu hakları ben "verdim" olarak görmüştür. oysa bir hak hiç bir zaman verilen olmamıştır. çünkü hakka birey zaten sahiptir ve bu ancak devlet tarafından gaspedilmiştir. işte devletler yapsa yapsa daha önce gaspedilen bu hakları iade eder, vermez. zira bir şey verilmişse o olsa olsa kemik olur ve yalanmanızı sağlar.
2. özellikle isviçre gibi demokrasinin hallice yerleştiği kadim demokrasilerde bile seçme ve seçilme türü haklar oldukça geç tanınmıştır. burda şuna referans yapabiliriz: demokrasi ile özgürlükler arasında daima bir gerilim vardır ve her demokratik gelişme özgürlükleri geliştirmez. ya da, özgürlüklerin ve demokrasinin gelişmesi her zaman aynı şeyler değildir.
3. "verilen" bu haklar doğrultusunda "seçilmiş" tek bir kadına rastlanılamamış olması şaşırtıcı değildir. atatürk'ün tamamını atama yoluyla oluşturduğu tbmm, bu atama usulünün doğa bir uzantısı olarak hiç bir seçilmiş kadın vekile rastlamamıştır. bu da 2. maddeyi doğruluyor. demokrasiyi sözde geliştiren ama özgürlüklere hiç bir katkıda bulunmuş düzenleme.
tek konu kadının seçme ve seçilmesine ilişkin düzenlemeler değildir. zira burada isçiçre medeni yasası dahil devşirilen kanunlara da değinmek gerekir. miras-boşanma vs. gibi konularda kadınlar lehine yasal olarak devrimsel değişiklikler yapıldığı doğrudur. ama tüm bu değişiklikler, osmanlı'da olduğu gibi hem ihtiyaç eseri doğmuş ve kitlelerce desteklenmiş, ya da elitler tarafından getirilmek istenmekle beraber halktan ciddi tepkiler almamak için yumuşatılma ve zamanla yerleştirme anlayışına riayet edilmediği için ciddi dirençle karşılaşmış ve zamanla sadece belli şehir merkezlerinde uygulanan ve diğer bölgelerde kağıt üstünde kalmış uygulamalar olarak kalmıştır. yani? yani, gardırop devrimi dedikleri şey zuhur etmiş, şehir merkezlerinden şık giyimli kadın ve erkeklerin gezebiliyo olması devrim yaptık demek için yetmiştir.
tüm bu gardırop evrimleri yaşanırken, batı'lı anlamda bireysel özgürlükleri geliştirici hiç bir adım atılmamıştır. yani, insanlara istedikleri gibi yaşayabilecekleri bir türkiye yerine -ki asıl hakların gelişmesi bu demektir- kendi inandıkları doğruları zorla dayatabilecekleri, bu dayatmaya karşı çıkanları da dışlayabilecekleri bir türkiye yarattılar.
aslında tüm bu anlatınları, sol kemalizme bakıyor adlı kitapta o soruna eğilen şirin tekeli'nin verdiği bir örnek özetliyor. buna göre 1938 ya da 1939'da dünya kadın hakları konferansı türünde bir organizasyonun türkiye'de yapılması ve böylece türkiye'nin kadın hakları konusundaki ilerlemelerini dünyaya göstermek için türkiye'de yapmak istemişler. ama toplantıda konuşulan daha çok yaklaşan dünya savaşı olmuş. toplantı bittikten sonra da bütün kadın örgütlerine bir yazı gönderilmiş. yazıda, türkiye'de kadınların bütün haklarına kavuştuğu ve bu nedenle de bütün kadın örgütlerinin kapatıldığı bildiriliyordu.
karikatür gibi görünse de değil. herhalde sivil toplum deyince kemalist rejim bunu anlıyordu. ya da, yaklaşan faşist dalgaya ön hazırlık yapmak için, tam da o rejimlerin yaptığı gibi sivil toplumu devlete angaje etmenin ilk adımı atılıyordu. zira daha sonra musollini italyası'na heyetler gönderilmiş ve italyan sistemi türkiye'ye getirlmeye çalışılmış, gazeteler "faşist italya'ya selam" manşetleri çakıyordu.
neyse sonuç olarak, "haklar verilmez (geri) alınır" şiarı nasıl haklara ilişkin varoluşsal bir gerçekse, kemalizmin kadın hakları konusunda da ilerlemeden çok gerilemeye tekabül ettiği bir gerçektir. bunu anlamak için temel bazı siyaset teorisi, siyaset felsefesi ve siyasi tarih perspektifi yeter. tabii anlamak isteyenler için.