bir fincan kahve..
aklıma hep ''dost'' kavramını getirir.
kahve çektiğinde canım; bilirim ki ben bir dost arıyorum. bir sevgili arıyorum. ruhuma eş arıyorum.
ben o kahveyi herkesle içemem.çayı, gazosu, meyve suyunu içerim mesela. yoldan geçen tanıdıkları davet ederim ''gel buyur bi' çay içelim.'' diye. ama kahve için davet etmem herkesi.
kahve için davet ediyorsam birini; dost bildiğimdendir. ayrı bir sevdiğimdendir.
çay bedenimi, kahve ruhumu ısıtır. bir dost olunca akılda, sol yanda; kahve zaten bahanedir.
çaya davet farklıdır, kahve içmeye davet farklıdır. çay çok daha sıradandır. ''gel bir çay içelim.'' dersin, bu kadar.
kahve içmeye davet ise çok derinden gelir, samimidir. kahve içmeye davet ederken yüzüne samimi bir tebessüm yerleşir. sıcaktır. ertelemeyi düşünmeyiniz bile bu daveti; çünkü bir dost, sizi yanına çağırmıştır.
çayı her yerde içebilirsiniz mesela; ama kahve öyle değildir. sessiz sakin yerde içilir. adabı vardır. çayı ayak üstü içersin; ama kahve içerken amaç, o dostla sohbettir. yudum yudum içilir.
çay bittiğinde boşlar hemen kaldırılır. kahvede öyle değildir. fincanlar durur önünde. belki fal bakacaksındır, belki de dostluğunuzun simgesidir. çünkü maksat o anı uzatmaktır. kahve bahanedir.
bir hikaye vardır kahve ile alakalı;
delikanlı annesini babasını alır, kızı istemeye gider. kız elinde tepsi ile gelir. fincanlarda kahve, yanlarında da su vardır. delikanlı kahvesini bitirdikten sonra bir bardak suyu dikip içer. kahveye de kıza da hayran kalmıştır.
ama kız vazgeçer. ''eli ayağı düzgün, ama kıymet bilmez.'' der. ''kahveyi bitirdikten sonra üstüne bir bardak su içti, damağındaki o güzel kahve tadını aldı götürdü. benim yaptığım kahvenin değerini bilmeyen adam, benim de değerimi bilmez.'' diye düşünür.
bir fincan kahve işte,
hani o kırk yıl hatırı olan bir fincan kahve.